Spor Salonundan Topukluyla Çıkmak: Athleisure Akımı

Spor Salonundan Topukluyla Çıkmak: Athleisure Akımı


 

Gün içinde pek çok kişinin her seferinde farklı kimliklere bürünerek bir yerden bir yere koşturduğu pentatlon günlerindeyiz. Cüzdanlar bile ofis, spor salonu, ev ve asıl kimliğimiz olmak üzere birçok kartla dolu. Henüz ışınlanma icat edilmemiş olsa da neyse ki; bu koşturmacaya uygun bir giyim stili icat edildi: athleisure. Atletik ve leisure (boş zaman) kavramları bir araya getirilerek yeni üretilmiş bir kavram bu. Bir süredir takım elbiselerin altına giyilen ve anlamlandırılamayan spor ayakkabıları için artık hüviyet kazanma zamanı.

 

 

 

Athleisure stilinin vaat ettiği iki temel şey var: işlevsellik ve iyi görüntü. Bu durum öncelikle mekâna göre farklılaşan giysiler arasındaki çizgileri bulanıklaştırıyor. Bundan 10 sene önce katiyen bir arada düşünülemeyecek parçalar artık tek bir görünümde buluşuyor. Ve bu durum stilin esas kilit noktasını ortaya çıkıyor.

 

Her ne kadar spor salonundan çıkar çıkmaz hayata karışmak olarak tasvir edilse de athleisure’a uygun giyinmek o kadar da kolay değil. Zira bu işin püf noktası, gündelik hayat ile spor parçaları doğru bir şekilde harmanlamakta saklı. Lüks moda evlerinin 2019 yazı için topuklu ayakkabıları bisikletçi şortları ile tamamlaması, esasında stili sokağa taşıyacaklar için önemli bir ipucu veriyor.

 

 

 

 

Alexander Wang, gerek günlük giyim tarzı; gerekse tasarımları ile bu stilin ortaya çıkmasında önemli rol oynayan isim. Onun özel bir amaç gütmeksizin dürtüleriyle meydana getirdiği bu şey (Wang sıklıkla athleisure kelimesinden hoşlanmadığını belirterek bunu bir “şey” ya da “stil” olarak adlandırmakta) çağa uygun ve bir ihtiyaca cevap veren yapısıyla sokak modasında da hızla kabul gördü.

 

“Bir eşofman altı mağlubiyetin sembolüdür. Hayatının kontrolünü kaybetmişsindir ve birkaç eşofman alırsın.” sözlerinin sahibi geçtiğimiz ay hayatını kaybeden Karl Lagerfeld. Tabi ki bu ifade yıllar öncesine ait. Yani, klasik tüvit Chanel ceketlerin kısa taytlarla ya da hasır baseball şapkaları ile buluşmasından çok çok önceye. Görünüşe göre athleisure’ın büyüsü hayatının son anlarında Lagerfeld’i de etkisi altına almış ve fikrinin değişmesine sebep olmuş.

 

Peki madem athleisure bu kadar gönül çelici ve bir stilden öte bir yaşam tarzı olmaya aday; kendi tarzımızı ona nasıl adapte edeceğiz?

 

 

 

Öncelikle iş çıkışı sokakta karşılaşılan bir beden eğitimi öğretmeni profili çizmekten kaçınmak gerek. Spor basic bir tişört, ceket-jean ikilisine gerekli sportifliği kazandırmaya yeter. Sneakerslar ise tam bu noktada görünüme adeta bir katma değer sağlar.

 

 

 

Sweatshirtlerin eteklerle (özellikle pilili ve tül) giyilmesi ise bir süredir aşina olduğumuz bir görüntü. Bunu var gücümüzle devam ettirelim. Fakat tabi ki ipek şallarla eşleştirerek değil. Son günlerin popüler dokusu penye ya da pamuk şallar, bu stil içerisinde daha doğru sonuçlar verir.

 

 

 

Sneakerslar üzerinden gitmek bu işin en kolay yolu; fakat bir parça iddia göstermek isterseniz aktif spor giyim parçalarını klasik çantalar ya da topuklu ayakkabılar ile eşleştirmeyi deneyin. İlk bakışta kırmızı halıdaki atletik seçimleri ile ufak bir şok yaratan Pharrell Williams ve Helen Lasichanh çifti gibi karşılanmanız normal. Fakat devamı kendiliğinden gelecek, deneyin.

 

Özellikle muhafazakar giyim sektörü için taze bir alan olan spor giyimi günlük parçalarla karıştırmak başlangıçta kısa süreli bir “ne yapacağını bilememe” durumuna yol açacaktır. Bu çok normal. Piknikten davete neredeyse her durumda aynı şekilde giyinmek zorunda olunan dönemler çok da gerilerde değil sonuçta. Fakat bu yeni stilin çıkış noktasını sneakerslar ve kapüşonlu sweatshirtler olarak belirleyip, mevcut giysilerinizi bu belirlenmiş parçalar etrafında döndürürseniz, bu işin kolaylaşmaya başladığını fark edeceksiniz. Yeter ki dolabınızda spor parçalarla klasikleri birbirinden ayırmayın. Bir tişörtün siyah bir blazerla anlaşamadığı görüldük şey değil.

 

1 yorum

  • profil

Yorum Yaz