Sanatını Giy Ya Da Giyme

Sanatını Giy Ya Da Giyme


Modaya giyilebilir sanat gözüyle bakabilir miyiz? Yoksa tek ve özgün olmaya dayanan sanatın temelleri, seri üretim ve kopyala yapıştır terzilik ile derinden sarsılır mı? Nihayetsiz bir yumurta mı tavuktan, tavuk mu yumurtadan parodoksu yaratmaya gerek yok bu bahis içerisinde. Zira yıllardır çağdaş sanattan klasiğe çeşitli eserlerden alınan ilham, tasarımcıların esin suyuna karışıyor ve her iki taraf için de sonuçları heyecan verici oluyor. Eserini geniş kitlelere duyurma fırsatı yakalayan sanatçılar için bu durum neonlu bir billboard reklamı cazibesinde. Benzer şekilde hızlı tüketimin çiğnemeden hazmettiği trendler karşısında tasarımcıların en kibar haliyle ihtiyaç duyduğu ilhamsa sanatçıların ellerinde.

1-Tasarımı Sonia’ya ait kıyafetler, 2-Sonia’nın eskizleri, 3- Tasarımı Sonia’ya ait kıyafetler

Sanatını modaya kendi eliyle aktaran ressam Sonia Delaunay, bu yaklaşımın öncülerinden. 2. evliliğinin hemen ardından doğan oğlu ile eve kapanmak zorunda olan ve dikiş nakışla uğraşan talihsiz bir kadın imajı çiziyordu ilk bakışta. Oysa onun için bu süreç, çağdaşı Coco Chanel ve Lanvin gibi ünlü terzilerden farklı bir biçimde, tablolarını kıyafetlere yansıtma fırsatı sunmuştu ona. Dantel, fırfır gibi alışılmış kadınsı öğelerdense Sonia Delaunay, aykırı formlar ve desenlerle ortaya çıkıyordu. ‘Eş zamanlılık’ adını verdiği akımı patchwork tekniği ile terziliğine de aktaran Sonia’nın tasarımları, bugün hala ünlü modaevlerini etkisi altına almaya ediyor.

1-Dsquared,2-JunyaWatanabe, 3-Dsquared SS 15

20. yüzyılın başlarından itibaren moda endüstrisine sıçrayan sanat akımları özellikle pop ve sürrealist izlerle kendini podyumlarda gösteriyor. Salvador Dali ve Elsa Schiaparelli’nin birlikte tasarladıkları ıstakoz desenli kıyafet o dönemin ilk ses getiren eserlerinden. Philadelphia Sanat Müzesi’nde sergilenen tuvalet, 2. Dünya Savaşı sonrası Franz Kafka’nın Dava’yı ya da F. Scott Fitzgerald’ın Muhteşem Gatsby’yi yazdığı dönemin hemen sonrasında ortaya çıkıyor.

1-Dolce&Gabbana SS 19, 2-Istakoz Elbise, 3-Mary Katrantzou SS19

Sürrealizmin tekstil ile ilk buluşması olan bu hadisenin ardından tasarımcılar koleksiyonları içerisinde daha önce desen olarak kullanmadıkları objelere yer verebileceklerini fark ediyorlar. Bu bir nevi endüstriye çizilen sınırlar karşısında pasif kreatif bir yaklaşım olarak dikkat çekiyor. Benzer esinlenmelere Dolce Gabbana ve Mary Katrantzou’nun 2019 Bahar koleksiyonlarında da rastlamak mümkün.

Pop art teknikle çizilmiş Marilyn Monroe tablosu ile tanıdığımız Andy Warhol ise sanatını tekstil ile buluşturabilmiş önemli sanatçılardan bir tanesi. Dries Van Furstenberg ya da Calvin Klein ile yaptığı işbirlikleri onun aykırı renkli çiçeklerini giyilebilir hale getirdi. Fakat ona asıl ününü kazandıran şeyse bunlardan çok gerilere, 1960’lara dayanmakta.

1-Christian Dior AW 2013, Andy Warhol’un ilk çalışmalarının yer aldığı defile 2-Campbell Soup Dress

3-Versace’ın 1991’de Andy Warhol’a adadığı koleksiyonundan esinlenildiği 2018 SS defilesi

Zamanında Glamour, Mademoiselle ve Vogue’da moda illüstratörü olarak çalışan Warhol, eserlerinin bazılarını giysiye dönüştürmesiyle adını duyurdu. Onu farklı kılan; giyilebilirliği, objelerin kumaşa baskısı yolu ile değil doğrudan kağıt kıyafetlerle sağlaması oldu. “Çorba Elbise” olarak bilinen ilk kağıt elbisesi, Campbell marka çorba konservesi figüründen oluşuyordu yalnızca. Bu elbiseler o dönemde o kadar meşhur olmuştu ki birkaç dolara imitasyonları sokak tezgahlarında bulmak ya da bir partide muhakkak iki üç kişiyle pişti olmak mümkündü.

Warhol’un yankıları devam ederken Yves Saint Laurent ve Mondrian işbirliği o dönemde sanat ve moda denildiğinde akıllara gelen ilk şey olmayı başarıyor. Mondrian’nın siyah bir çizgiyle ayrılmış kırmızı, sarı ve mavi renkli tabloları oldukça yalın çizgilere dayanmasına karşın onu değerli kılan şey taşıdığı mesaj oluyor. “Resim en basit haline indirgendiğinde geriye kalan şey yalnızca çizgiler ve birkaç renktir”

1965’te bu mesajı tasarımları üzerinden iletmeye karar veren YSL, unutulmayacak bir işe imza attığını yükselişindeki ivme ile kısa sürede fark ediyor. Ardından gelen Hermes’in Mondrian çizgilerini Birkin çantasına taşıması, Vivienne Westwood, Moschino gibi markaların koleksiyonları içerisinde ona yer vermesi bu basit çizgi ve renkleri bir kültürün temsilcisi haline getiriyor.

Tasarımcılar, tüketim tabiatına doğrudan uyum gösterebilmesi ve evrenselliği açısından sürreal ve pop sanat ile daha iç içeler. Buna karşın klasik sanatın getirdiği gerçekçi çizgiler de giysiler üzerinde kendine yer bulabiliyor zaman zaman. Fakat insanların Grant Wood’un American Gothic eserinin basılı olduğu bir tişörtü mü yoksa Mondrian baskılı bir elbiseyi mi giymeyi tercih edecekleri de esasında cevabı az çok belli bir muamma. 

2012’de Damien Hirst’ün Alexander McQueen için tasarladığı kuru kafa desenli fularlar ya da Marc Jacobs’un Louis Vuitton için çalıştığı dönemlerde Takashi Murakami iş birliğinden ortaya çıkan koleksiyon çantalar… Bunlar sanatın kendini her durumda ve her mecrada var etmesinin yalnızca ufak yansımaları. Üstelik bunu sadece resim ile sınırlandırmaksa derin bir haksızlıktan başkası olmayacaktır. Yoksa Marina Abromoviç’in yönettiği 2016 bahar Givenchy defilesi ya da Maria Grazia Chiuri’nin capcanlı bir sirk performansı ile ortaya koyduğu Dior’un 2019 bahar couture performansı göz ardı edilmeye değer mi?

İlgili videolar:

Alexander Mc Queen

Givenchy Marina Abromoviç

Dior ss 19 Couture

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Bu yazıya ilk yorumu siz yazın.