Yüksek Modanın

Yüksek Modanın


İslamiyet’in neşv-ü neması ile varlığına derin anlamlar yüklenen kadınlar, 1400 yılı aşkın süre boyunca bunu farklı açılardan görünür hale getirmenin mücadelesi içerisindeydi. İlk andan bugüne kadar gerek yer aldıkları topluma gerekse farklı inanışlardaki gruplara karşı sahip oldukları duruşun fark edilmesi ve tanınmasına yönelik bir mücadeleydi bu. Birileri için bir yerlerde bedenini muhafaza eden saçları örtülü bir Müslüman kadın imajı vardı yalnızca. Buradaki kadınlar, oradaki uzak bir köy gibiydi. Üstelik gidilmese de orası için bizimdir diyen pek kimse de yoktu etrafta. Fakat zaman içerisinde bunu göz ardı ederek göz önüne taşıyan bir şeyler oldu. Bu köyün refahı şehir denilenleri aşmaya başladı. Ve böylece artık dünyaca ünlü moda evlerinin oraya yeni yollar inşa etmek için çeşitli gerekçeleri oldu.

Dolce Gabbana 2016 Abaya Koleksiyonu

2016 yılında Dolce&Gabbana’nın lüks Müslüman pazara gözünü dikerek çıkarttığı abaya koleksiyonu, modada ‘hijab’ etkisini başlatan ilk hareket olmuştu. Her ne kadar 2014’ten beri her yıl DKNY’un çıkarttığı kapsül Ramazan koleksiyonu bu yönde bir niyet taşıyor olsa da D&G’ninki bir başka. Zira Dolce Gabbana’nın ırkçı reklam kampanyalarına şahit olan ve Stefano Gabbana’nın etik kodları hakkında bir fikir sahibi olmuş insanlar için bu durum “Bu ne perhiz bu ne Gabbana coşkusu” dedirtecek cinste bir hareket. Yalnızca hedef pazarın albenisi ile hazırlanan koleksiyon da bu yüzeysel yaklaşım sebebiyle günümüz Müslüman kadınlarına hitap etmekten oldukça uzak. Londra kökenli Müslüman moda fotoğrafçısı Halima Begüm bu durumu şöyle özetliyor: “D&G, lüks içerisindeki Müslüman tüketicilerin bugünkü görüntüsünden uzak, orta yaşlı bir Emirati kadınını ‘günümüz parasına sahip demode zevkli bir şahıs’ gibi sergiledi.”

Christian Dior

Halima Aden’in Trump karşıtlığı sırasında Yeezy, Max Mara, Alberta Ferretti gibi dünya devi moda evlerinin podyumlarında başörtüsü ile yürümesinin etkisi hala geçmiş değil. Muhafazakarlaşan podyumların perde arkasını anlamak için 2017 yılında ortaya çıkan “Time’s up” hareketine de kulak vermek gerek. Hollywood’dan yükselen bu sesi Türkçe’ye “Süre doldu” olarak çeviriyor olsak da bu aslında haklı bir ‘yetti artık’ söylemiydi. Bu yerinde isyan ise Müslüman görünümlerine açılan yeni yerin bir başka gerekçesini teşkil ediyordu. Aralarında doğrudan bir ilgi bulunmuyor gibi gözükse de kadınların maruz kaldığı istismar ve eşitsizliklere karşı güçlü bir noktadan yükselen bu ses, farklı altyapılardan gelen kadınları ortak bir noktada buluşturmayı başardı. Geniş kitlelerce sahip çıkılan ve 13 milyon dolar desteğe ulaşan kampanya, modada feminist görünümlerin ana akımı oldu. Bu olayların tetiklediği siyasi ve feminist yaklaşımlar Dior tarihinde gerçekleşen önemli değişiklikler ile birleşince de ortaya farklı sonuçlar çıktı. Böylece markanın ilk kadın art direktörü Maria Chiuri oldukça feminist ögeler içeren, tamamıyla İslami görünümler sergileyen başörtülü kadınlara şovunda yer verdi.

Versace

Bunun ardından gelen sosyal medyadaki #metoo başlığı ise, dünyanın her yerinde mağduriyet yaşamış kadınların ve az da olsa erkeklerin kendilerini duyurabildikleri bir megafon etkisi yarattı. Böylece kadınlar, kadın olmalarının ötesinde insan olmalarının fark edilmesini istediler. Bu, güzelliğin sergilenmesini aşan bir özgüven ve öz-değer algısı meydana getiriyordu. Dekoltesiz ve saçlarını kapatan kadın silueti ise bu algının temsili için en uygun adaydı. Bu yönelişin modaevlerindeki en açık dışavurumlarından birini ise Versace gerçekleştirdi. Donatella Versace, 2018 Kış koleksiyonu öncesinde ‘Versace Klanları’ olarak tanımladığı kadınlarda ‘doğumla gelen geçmişin değil; elde edilen hayatın önemini’ vurguluyordu. Aynı zamanda marka “Biz Versace ailesiyiz ve farklı karakterlere sahibiz: baştan ayağa siyah giysilerin içindeki gizemli kadınlar, spor ayakkabıları ile havalı olanlar…Yani her tür kadın için, her nesil için” şeklinde kendini tanımlayarak ilk kez mütedeyyin kadınları da kapsayan bir dil kullandı.

1-Marine Serre, 2 3-Max Mara

Çeşitli nedenlerle eşarp tasarımları üzerinde çalışan ve podyum görünümlerinde saçı kapalı mankenler tercih eden bir diğer marka ise Louis Vuitton İnovasyon ödüllü Marine Serre idi. Neredeyse görünümlerin tamamına hâkim olan mütevazı giysiler ve kafayı tamamen sararak saçları örten başlıklar pek çok kişinin aklına tek bir soru getirdi: “Neden?”. Bu soruyu Serre şöyle yanıtlıyor: “Niye hijab giymekten gerçekten korkuyoruz diye düşündüm ve mavi gözlü beyaz tenli bir kadını defilenin ilk görünümüne koydum.” Ticari bir kaygı ya da bir amaca hizmet etmeksizin tasarımcının kendi iç hesaplaşması olarak lanse edilen bu durum gerçeği ne denli yansıtıyor bilinmez. Fakat şu açıklıkla söylenebilir ki; Marine Serre’nin başörtüsü ön yargısına karşı attığı bu adım, tıpkı Max Mara’da olduğu gibi gerçekten de Müslüman kadının değerlerine ve giyiminin gerekliliklerine duyulan saygıyı sonuna kadar hissettiriyor. Basit bir moda seçimi olmayan başörtüsü, tamamlandığı muhafazakâr giysilerle bir bütün olarak değer buluyor. Bunun dışında onun trend olması tarihte ikonik birçok kadının kullandığı şekliyle mümkün de olabiliyor. Bu noktada Versace’in eşarplı ve mini etekli kızları her ne kadar nostaljik filmlerin yolculuk sahnelerini anımsatsa da eleştirilere maruz kalıyor.

Gucci – Valentino - Marni

Hakikatin şaşkınlıkla gölgede kaldığı örtünme trendi, geçtiğimiz kıştan beri sebebi ne olursa olsun ‘kadın’ çatısı altında pek çok kesimi bir araya toplamayı başardı. Yalnızca Amerika’da büyüklüğü 170 milyar dolara ulaşan muhafazakâr moda pazarının iştah açıcılığı mı? Yoksa samimi bir kız kardeşlik empatisi mi? Bilinmez. Ama bu durumun, moda camiasında Müslüman kadının varlığına dair atılmış bir mühür etkisi yarattığı kesin.

 

Yüksek Modanın

Bu yazıya ilk yorumu siz yazın.