YD1* Kırgınlığın Güzelliğinde Wong Kar- wai

YD1* Kırgınlığın Güzelliğinde Wong Kar- wai


İşte aşk filmlerinin unutulmaz yönetmenlerinden biri, dertli gönüllere giren işte o da Wong Kar-wai. O nasıl bir sinema dilidir, o nasıl bir harmonidir öyle. Bu yönetmen dosyası serimizde, kendileriyle en baştan tanışacağız. 

 

Wong Kar-wai’yi görse, Jackie Chan sanacak biri misali tabula rasa halimizle giriş yapacağız. Bu bağlamda da, nereden başlamalıyız, sonra nasıl devam etmeliyiz şeklinde ilerleyeceğiz. Bütün bunları yazının içinde el ele yaşayacağız. Yazıyı okurken, arkadan da Yumeji’s Theme parçasını hazırlayın hemen, varsa bir kimono atın üstünüze.

 

 

Evet, kendisinin filmleri kalpleri çarpar, böler; kırıklar içinde bırakır. Tam da bu noktada bir Japon inanışını anmadan edemem. Kintsukuroi inanışı kusurların ve kırıkların güzelliğini vurgular. Kırılmış nesnelerin altın ve gümüş gibi boyalarla birleştirilerek çatlakların ve kırıkların belirginleştirilmesini esas alan bir Japon sanatıdır. Buna göre, nesneyi özel kılan artık üzerindeki kırıktır. Wong Kar-wai benim için naçizane bu işlevi görür. Kırıklarımızı altınla dolgular ve belirginleştirir ama sonunda bu yeni halimizle bambaşka bir anlam ifade ederiz. 

 

Ne adammışsın be der gibisiniz. Hadi ilk nereden başlayalım diye bir konuşalım aramızda.  

 

 

Kronolojik sırayı takip etmek, yönetmenlerin üslubuna adım adım hâkim olmak için faydalıdır. Bu yüzden kendisinin ilk uzun metrajlı filmi olan “As Tears Go By” ile bir el sıkışabilirsiniz onunla. (Aralara filmlerden replikler de ekleyeyim ki, izlemeden duramayın) Bu filmde, yıllarla beraber ona özgü hale gelecek step- printing uygulamasının ham halini görürüz. Komedi filmlerinde gülme efekti verilerek bir takım duygu değişimlerinin altının çizilmesi gibi bu teknikte de yavaş ve hızlı çekim kombinasyonuyla hisler öncelenir. Ana karakterler belirginken geri kalan kısım sanki bir göz kırpma anı gibi geçer. Gözyaşları Aktıkça (1988) filmi büsbütün bir Wong-Kar filmi değildir ama iyi bir hazırlık aşamasıdır, henüz kendisiyle samimi olacağınız bir yerde değilsinizdir. Sonrasında şovlara koşacağı, adına methiyeler düzeceğimiz müzik kullanımındaki başarısı veya hikâye kurgusu, bu filmde nispeten zayıftır. Ancak ilkinde kim turnayı gözünden vurur sanki? Fakat gelecek filmlerine göz kırpacak bir detay vardır ki filmde, o da repliklerle yaptığı küçük oyunlar.

 

 

Days of Being Wild (1990) ile kıvama yaklaşmaya başlıyoruz. Zira estetik kamera tercihleri, belirgin renk paletli arka plan ve hikâyeyi, sahneyi tam yerinde destekleyen müziklerle Wong-Kar kalbimizi kazanmaya başlıyor. Önceki filmde de olduğu üzere köksüz, bağlanmaya meyilli olmayan bir ana karakterimiz mevcut fakat duyguları iyiden iyiye ön plana koymaya başlıyoruz artık.

 

- Saatime bak!

- Niye bakayım?

- Bir dakika, tamam mı?

- Süre doldu, konuş şimdi…

- Bugün 16 Nisan 1960 ve saat 14.59. Sen benimlesin. Şu bir dakikayı senden dolayı hatırlayacağım. Bu andan itibaren bir dakikalık arkadaşız. Bu gerçek, inkâr edemezsin. Çünkü o geçmiş.

 

Masal anlatıcılığı her zaman ön planda olan Kar-wai, replikleri boş yere kullanmaz. Muhakkak hikâyeye veya karakterlerin duygularına hizmet ederler. Öyle bir anda anlatıverir ki masalını, be adam ne yaptın demeden duramayabilirsiniz.

 

 

1994 yılıyla beraber, artık Wong Kar ile el sıkışmayı çoktan geçip en içten dileklerle öpmeye başlıyoruz, Chungking Express filmini açarken. İki ayrı film izlermiş izlenimine kapılsak da aslında bağlantılı iki hikâye izleriz. Teknik detayları boş ver diyenler olabilir ama burası mühim. İki ayrı hikâyeye odaklanan bu filmde, iki farklı görüntü yönetmeni tercih edilmiştir. Bu durumun bir filme etkisini görmek için kayda değer bir detay. O kendine has tekniğini kullanarak giriş yaptığımız bu film, bitmesin diye dualar ettirir.

 

“Bazen aşkta çok talihsiziz. Ben böyle olduğunda koşarım. Koştuğun zaman vücudun su kaybeder. Geriye gözyaşları için su kalmaz.”

 

 

Sonra asla hız kesmeden, Fallen Angels (1995) ve Happy Together (1997) ile devam edin. Zirveye yaklaşmaya az kaldı. Artık kendisine sarılmaya bağladığımız, filmleri bittikten sonra soundtrackleri eşliğinde saatlerce pencereden dışarı baktığımız safhaya gelmiş bulunuyoruz. Fallen Angels, yönetmenin nispeten deneysel olarak adlandırılan yapımlarından biridir. Merkezinde yine tematik bir aidiyet ve toplumsal kimliklerin “Mariana” çukuruna düşeriz. Seni sen yapan da işte bu dedirtecek yanı da, tumturaklı sancılara sunduğu basit çözümlerdir. Evli olup olmadığı sorularıyla boğulmak istemeyen bir adamın eline 5 dolar karşılığında bir kadınla çektirdiği fotoğrafı tutuşturur. Kintsukuroi felsefesiyle bu denli yakın görme sebebim tam olarak da bu. Kabaca açılmış yarıkları özenle ama oldukça basit bir güzellikle doldurabilmesi… Kendine özgü, yavaş-hızlı çekim tekniğini kullanmaya devam ederken Happy Together (1997) filminde, siyah- beyaz akışı öyle bir anda renklendirir ki gözyaşları pıt pıt akar yine. (Shakespeare izlese peruk çıkarırdı bu filmlere.) Bütün karakterlerinde köksüzlüğün ve yabancılaşmanın tadını alabilirsiniz. Öyle ki, hiç olmadığı yerleri özleyen hiç duymadığı şeyleri unutmayan karakterlerdir onlar. Memnun olacaksınız onlarla tanıştığınıza.

 

 

Zirvedeki “Yalnızlık”

Öyle bir film ki çoğu listede 2000’lerin en iyisi seçildi, eleştirmenler kucaklaştı, sevmeyenini bulan gelsin bana konuşalım. Evet, o film: In The Mood For Love (2000). Bu film yönetmenin zirvesidir. Eşleri tarafından aldatılan başkarakterlerimiz, bu ihanetin nedenini değil nasılını merak ederler. İzleyeceğiniz aslında bir şiirdir. Söylenenleri değil söylenmeyenleri, duvarlardaki çatlaklara fısıldananları anlatır. Yaşanabilecekken, hiç yaşanmayanların burukluğunu izleyeceksinizdir. Ömer Kavur imzalı Kırık Bir Aşk Hikâyesi’nde (1981) söylendiği gibi, “mutluluk gelip geçer yanlarından.” Zirvede yalnız olan filmin müzikleri, renk paletleri bir yana duru gerçekliğiyle mest eder. Heybetli kavgalar olmadan hayatın içinden nasıl geçtiğimizi ve o esnadaki hayal kırıklıklarını gösterir. Masal anlatıcılığında zirve yaptığı bu filmde, gerçekleri bize söylemez, görebildiğimiz ama dokunamadığımız şeylerle baş başa bırakır bizi. (Bu yazıyı yazarken hep ağladığım doğrudur.)  

 

Eski zamanlarda, eğer birisinin kimseyle paylaşamayacağı bir sırrı olursa, bir dağın tepesine çıkar ve bir ağaç bulup içine bir delik oyarak sırlarını oraya fısıldarmış. Ardından da çamurla kaplarmış ve sonsuza kadar sırrı orada kalırmış.

 

Sonrasında yine kendi tarzında, 2046 (2004) gibi güçlü filmler yapmaya devam eder. My Blueberry Nights (2007) ise onun stilinden biraz uzak ve Hollywood havasındadır. Ayrıca pandemi nedeniyle çekimleri aksayan yeni filmi Blossoms Shangai’ın,  In The Mood for Love ve 2046 filmlerinin üçüncü ayağı olacağı söyleniyor. 

 

Çok yaprak dökeceksiniz, çok kırılacaksınız izlerken filmleri ama bu katharsis öyle bir iyi gelecek ki. Ah be Wong Kar-wai bizi kırdın, darmaduman ettin ama olsun böyle çok daha güzeliz.

 

Not: Bu ara hepsi Mubi'de. 

 

* YD1= YÖNETMEN DOSYASI 1

Bu yazıya ilk yorumu siz yazın.