Netflix Korkutmaya Geldi

Netflix Korkutmaya Geldi


Korku filmi izlemek bir tür mazoşist tutkudur. Özellikle evde izlemek. Güvenli evlerimizin yumuşacık koltuklarından hayatımızda yaşayamayacağımız (yani inşallah) maceralara girişmek, dehşet içindeyken kafamızı kaldırıp evlenirken Şişhane'nin ara sokaklarında arayıp bulduğunuz avizeyi görmenin güzel bir çelişkisi var. Peşimizde Boston Dynamics’in köpeklerine benzeyen hayvanlar koştururken ekranı durdurup bir çay koymak da iyi gelmiyor mu? Evde korkudan tir tir titreme keyfi yaşatacak en taze ve en klasik Netflix korku filmleri için okumaya devam edin.

Netflix geçtiğimiz yıl aldığı bir kararla (Stranger Things ve The Hunting of the Silent Hill ile yakaladığı başarı grafiğinin de etkisiyle) korku ve sci-fi janrına daha çok yatırım yapma kararı aldı. Bu da son zamanlarda Netflix gibi platformların sinema üzerindeki etkisini tartışırken aslında iyi geldi, bu tür yatırımların hem sektör hem de türün örnekleri açısından neler sağladığını veya götürdüğünü görmüş oluyoruz. Bir platformun tekelleşmesinin ve bu derece güçlenmesinin oluşturabileceği tehlikeleri şerh düşersek korku filmleri açısından Netflix çeşitlerin artmasına katkıda bulundu. Oscarlara bakılırsa sektörün üzerine serpilmiş olan ölü toprağının yatırımlar sayesinde bir parça atılmasını umabiliriz, zaten ödül toplayan film Rome da bir Netflix yapımıydı. Bu bakımdan Netflix korku filmi sevenler için de bir umut kapısı gibi görünüyor.

The Ring

Klasiklerden başlarsak eğer, kült korku filmi Ring artık Netflix’de. Eğer henüz izlemediyseniz Uzak Doğu’dan gelen tüyler ürpertici esintinin başlangıcını kaçırmışsınız demektir. Aslında Halka kuyudan çıkan ıslak saçlı Samara’nın görüntüsüyle hemen herkesin bildiği bir film. Naomi Watts ve Martin Henderson’un dikkat çeken oyunculuğunun yanı sıra şimdiden bir nostaljiye dönüşmüş ev telefonları ve video kasetler ekseninde başarılı bir korku filmi.

Hostel

Euro henüz bu kadar başını alıp gitmemişken ve Doğu Avrupa Batılı mimarisi ve doğulu insanları ile keşfedilecek yakın bir rota gibi görülürken Hostel tatil planları yapan herkesin dilindeydi. Gerçek bir klasiğe dönüşmüş bu filmde Doğu Avrupa tatili yapan genç Amerikalı turistlerin başına türlü olaylar gelir. Bu olaylar o kadar şiddet dolu ve kanlıdır ki ucuz korku filmlerinde ölmesini isteyeceğiniz kadar gıcık karakterlerin kurtulmasını istersiniz. Bu sıradan gibi görünen senaryonun arkasında benim de başıma gelebilirmiş hissi yakanızı günlerce bırakmayacak ve içiniz yabancı korkusuyla dolacak.

The Autopsy of Jane Doe

Brian Cox ve Emile Hirsch’ün başrollerini oynadığı film en orijinal korku filmleri listesi yapsak yine ilk sıralardan girer. Morgda çalışan baba-oğul otopsisini yaptıkları gizemli ve kimliksiz bir bedende tıbbi olarak şaşırtıcı bulgulara rastlar. Sonrası gerçekten sürükleyici, büyüleyici ve gerçekten korkutucu bir hikaye. Jane Doe kimliği belirsiz merhumlar için kullanılan kriminoloji ve tıbbi bir terim, ancak bu Jane Doe gerçekten kim olduğunu merak edeceğiniz bir mevta.

The Stranger

Netflix’de iki adet The Stranger var, birisi 1940 yapımı Orson Welles’in oynadığı kült film noir (ki bu da tavsiye edilesi ama korkmazsınız yani. En fazla biraz daha Nazi korkusu duyarsınız ama belki onun için de çok geçtir artık). Diğeri, Netflix sayfalarında boy gösteren The Stranger’da hikaye şöyle başlıyor: evli bir çift hararetli hararetli kavga ederken içeri giren maskeli garip insanları fark etmezler ama olan olur. O kadar belli bir tehlike içindeler ki ister istemez tüyleriniz ürperiyor, kötü bir şey olacağını biliyorsunuz; protagonistler de sizin kadar hazırlıksız ve siz, seyirciler olacakları durdurmak bakımından çaresizsiniz. Ve saldırı başladıktan sonra tempo an be an yoğunlaşıyor, iğrenç bir intikam hissiyle doluyorsunuz.

Christine

Duyduk ki içine Stephen King uyarlaması olmayan korku filmleri listesini internetten kaldırıyorlarmış. John Carpenter’in Chirstine’i biraz da bu sebepten girdi listeye. Keith Gordon’un inek bir ergeni canlandırdığı oyunculuğunda eleştirilecek şeyler olsa da, biraz da Amerikan okullarındaki zorbalık ve inek çocuk hikayesi artık baymış olsa da görsel efektlerin, araba kovalama sahnelerindeki gerilimin ve tabii ki  Stephen King’in hatırına izlenesi bir film.

 

From Dusk Till Dawn

Quentin Tarantino “Tarantino” olmadan ve femme fatal ablaları deri kıyafetler içinde dövüştürmeden önce öngörülemeyecek kadar ilginç bir senaryoya imza atmıştı. İki hırsız ve kaçakçı yanlışlıkla bir striptiz kulübüne girer, vampir striptiz kulübüne. Tarantino rüştünü ispat ettikten sonra senaryosunu Robert Rodriguez’in yönetmenliğine emanet etmiş ve devrin yükselen starı George Clooney ile birlikte başrolde yer almıştı. 90’ların bu anormal filmi polisiye-gerilim tarzına vampir istilası eklemiş, şiddetin üzerine ise zekice yazılmış şaşırtıcı diyaloglarla bezenmiş. Ve şimdi Netflix’de.

The Voices

Biricik Serena’mız Blake Lively’nin cefakar kocası Ryan Reynolds en ilginç ve tüyler ürpertici seri katil filmlerinden biri olan The Voices’ın başrölünü üstlenmiş. Mutlu mesut yaşayıp giden adamımız her akşam kedisiyle köpeğiyle paylaştığı neşe dolu evine döner. Kedisi ve köpeğinin tek ilginç tarafı konuşmalarıdır. Konuşmalar da camda bir kuş gördüm, bugün sincap kovaladım gibi gündelik olaylardan çok birilerini öldürmesi ve ceset parçalarını evde saklaması üzerinedir. Çoğu korku filmi bir manyak tarafından öldürülmenin yarattığı dehşet üzerine kuruludur ama The Voices bir seri katilin zihninde yaşamanın nasıl bir kabus olduğu fikrini kurcalıyor. Persepolis filmi ile tanıdığımız Marjane Satrapi zihinsel rahatsızlıkların normal bir hayat akışına nasıl da gömülüp asla anlaşılamadığı fikrini aklımıza sokmakta çok başarılı, Rynolds da belki kariyerinin en muhteşem oyunculuğunu sergilemiş.

The Boy

The Boy yine korkularımızın derinine inme iddiasında olan filmlerden birisi. Lauren Cohan’ın ilginç bir milyonerin evinde bakıcı olarak işe girmesiyle başlar film, bakıcılığını yapması istenen de bir çocuk boyutunda porselen bir bebektir. Başlangıçta bir tür şaka programında olduğunu düşünür ama -izleyici ile birlikte-  bebeğin canlı olduğunu düşündürecek olaylar olmaya başlar. Film yer yer sıkıcılığa düşse de korkutucu bir atmosferi ve kendinizden şüphe etmenize sebep olabilecek kadar başarılı bir dili var.

Se7en

David Fincher’in grotesk ve rahatsız edici filmi Seven nihayet Netflix’de ki geç bile kalınmış bir karar. Orta yaşlı Morgan Freeman ile gencecik Brad Pitt’in dedektif ortaklar olarak sergiledikleri performans, peşine düştükleri seri katilin kıvrak hamleleri ile nefes kesen bir filme dönüşüyor. Filmin adı Yedi Ölümcül Günah’a analoji; Fincher’in kamerasındaki dünya da içinden iyinin çıkamayacağı bir foseptik çukuru ve tam da bu yüzden ağza alınmayacak kötülükler müstehak. Kinik ve korkunç bir gerilim ama gerçekten zekice.

The Invitation

Logan Marshall-Green eski karısının evine bir akşam yemeği için davet edilir, ama sanki bir sorun var gibidir (Zaten eski eşin evine yemekli bir partiye davet edilmek yeterince korku filmi atmosferi sağlamıyormuş gibi). Tam anlamıyla neler olduğunu anlayamaz, ama her yerde şüphe çekici detaylar gözüne çarpar. Yönetmen Karyn Kusama bütün film boyunca izleyiciyi bıçak sırtında tutma oyununu başarıyla oynamış, siz de Green’le birlikte neler döndüğünü anlamaya çalışıyorsunuz ve sanki kameranın gösterdiğinden fazlasını görebilecekmişsiniz gibi kendinizi kaptırıyorsunuz. Oysa bu, yönetmenin oyunu, yavaş yavaş işleyen bir yanık gibi korku öğeleri içinize işliyor ve psikolojik gerilimin en güzel örneklerinden birisiyle sizi gerçekten ekrana bağlıyor.

Under the Shadow

İranlı bekar bir anne dairesinde küçük çocuğuyla mahsur kalır ve bir bomba binaya isabet eder. Burada bizi gerçek anlamıyla korkutacak öğeler devreye girer, kötü bir cin kadına musallat olmaya başlar. Babak Anvari’nin ürkütücü ve aynı zamanda duygusal olarak sizi taciz eden filmi 1980’lerin politik ortamını eleştirirken kafanızı da üç harflilerle meşgul ediyor. Gerçek bir politik eleştiri mi yoksa 80’lerin İran’ı bir alt metin olarak yerleştirilmiş de amaç korku filmi mi anlamak imkansız.

The Ritual

Filmin hikayesi bir parça sıradan; sırt çantasıyla dağlara çıkmış bir grup adamı anlatıyor. Ama -belki çocukluktan beri dinlediğimiz masalların da etkisiyle- ormanın neler sakladığını asla bilemeyeceğimize dair antik korkularımızı tetikliyor. Bu aslında biraz da pagan öğelere dayanan bir film, ormanda mecburen girdikleri kulübede ilginç ikonlar ve heykelcikler buluyorlar. Filmde tanıdık öğelerin sıkıcılığını engelleyen şey bir türlü nedeni anlaşılamayan olayları bir bağlama oturtma vaadi (film boyunca sürüyor ama sonunu söylemek spoiler olabilir) ve oyuncuların oldukça başarılı performansı.

 

Bu yazıya ilk yorumu siz yazın.