Meta Sanat: Kız Kardeşler

Meta Sanat: Kız Kardeşler


Kız arkadaşlarımla yemyeşil bir ormanda çıplak ayak koşuyoruz. Üstümüzde mevsime aldırmaksızın giydiğimiz incecik elbiseler. Hava soğuksa da fark etmiyoruz. Kimse saçını toplamamış. Taramamış bile. El ele tutuşup koşuyoruz. Arada bir yükselen kikirdeme sesleri eşliğinde bir açıklığa varıyoruz. Bu gece dolunay gecesi. Gümüşi ay ışığı her yeri aydınlatıyor. Sanki ay da bizimle dans etmeye çıkmış gibi. Ormandaki açıklık da sanki biz daha kolay dans edebilelim diye orada. Kimi kadın kollarına yılanlar doluyor. Kimi de tilki kürküne bürünüp dans ediyor. Kurtlar gibi aya doğru uluyup kahkaha atan da var. Beraber olmaktan mutluyuz ve dolunayı kutluyoruz. Bizim adımız Maenad’lar.

 

Klasik Yunan yazarı Euripides “The Bacchae” isimli tragedyasında Yunan mitolojisinden şarap tanrısı Dionysus’un Maenad isimli kadın müritlerini en detaylı resmedenlerdendir. Dionysus’un en tipik güçlerinden biri insanların akli dengesiyle oynamak olduğu için Maenad’lara “delirmiş kadınlar” da denir.

 

Bu “delirmiş” kadınların zevk dolu tiz kahkahalarını duyduğumu hayal ederek çeşitli sanat formatlarındaki kız kardeş ve kız arkadaş betimlemelerinden söz edeceğim.

 

 

Amerikan ressam John Singer Sargent, bir arkadaşının üç kızını resmetmiş 1902’de. “The Misses Hunter” (Hunter Hanımlar) eserinde kocaman elbiseleriyle Kathleen, Cary Phyllis ve Sylvia rahat bir pozda oturur. Ayakucunda da bir köpek uyukluyor. 

 

Kuralcı İngiliz Edward Döneminde yaşamış Hunter kardeşler büyük ihtimalle Maenad’lar gibi soyunup ay ışığı altında dans etmemişlerse de, her birinin gözündeki gizem, bana bu kadim dansı hatırlattı. Sağdaki iki kardeşin minik kol kola girişi de sıcak ve konforlu bir bağı ima ediyor gibi.

 

Sinemadaki kız kardeşlik teması denince de akla Noah Baumbach ve Greta Gerwig’in beraber yazdığı 2012 yapımı “Frances Ha” filmi kolaylıkla gelebilir.

 

20’li yaşlarında ekonomik zorluklara rağmen hayalini kurduğu kariyerinden vazgeçmeyen Frances, çok şahsına münhasır bir genç kadındır. Filmdeki birçok detay, mesela filmin siyah beyaz olması gibi, enteresan olsa da en öne çıkan yön, Frances’in en yakın arkadaşı Sophie ile olan iletişimidir. Özellikle filmin ilk yarısında iki en yakın arkadaşın beraber eve çıktıklarında yaşadığı çocuksu mutluluğu ve ruhi tamamlanmayı çok eğlenceli bir sıra sekans ile anlatmışlar. Sonunu söylemek gibi olmasın da film, insanın ruh eşinin bazen en sevdiği arkadaşı olabileceği ihtimaline göz kırpmasıyla biter.

 

Frances’ten söz edince gözümün önüne İtalyan realist ressam Federico Andreotti’nin “The Sisters” (Kız Kardeşler) yağlı boya tablosu geldi. Elinde kitap olan mağrur ve kendi dünyasındaki Sophie ve arkada oyunbaz gülüşüyle Frances…

 

 

Edebiyata bakınca da roman olarak belki de en bilindik kız kardeş teması Amerikalı yazar Louisa May Alcott’un “Küçük Kadınlar” kitabında geçer. Dört kız kardeşin çocukluktan yetişkinliğe yolculuğu anlatılır. Aile bağları ve kardeşlerin hep birbirinin ardını kollaması çok mühimdir bu romanda. Birçoğumuz okul yıllarında okumuş, üstüne bir makale bile yazmış olabiliriz. Gençlik edebiyatının demirbaşlarındandır zira.

 

Kitap iyidir, hoştur da, 2019’daki en son “Küçük Kadınlar” film uyarlaması kız kardeşlik temasının altını bir değişik çiziverdi.

 

 

Greta Gerwig’in yönettiği ya da içinde bulunduğu birçok yapımda sakin ama net bir ton vardır. Yakın kız arkadaş, anne kız ilişkisi ya da kız kardeşlik usul usul resmedilir. Ana teması kardeşlik olan bu meşhur roman uyarlamasında Gerwig’in inşa ettiği o sakin ton pek bir konuşulmuştu.

 

Kız kardeşliğin o önüne geçilemez itiş kakışmalarını ya da bilerek kardeşinin mahremiyetini sırf o sinir olsun diye ihlal etmelerini eğlenceli bir şekilde gösterirken aynı zamanda o kardeşlerin birbirine nasıl sahip çıktığını da ekler.

 

Bilhassa Amy ve Jo’nun ilişkisi çok öne çıkmıştı. Gerwig kardeşlik konusunun çok sıradan ve olağanüstü olmayan yanlarını anlattığı için midir bilinmez birçok film eleştirmeni filmi “gerçek kadın hikayesi” olarak yorumlamıştı. Birçok insan da kendi kız kardeşi ile ilişkisine benzetebilmişti.

 

 

Televizyon ekranındaki kız kardeşlik tezahürü için de başlı başına bu alanda markalaşma yolunda ilerleyen Phoebe Waller-Bridge’in işlerine bakmak gerek.

 

İngiliz senarist ve oyuncu Phoebe Waller-Bridge’in elinin değdiği her işte konu muhakkak ya kız kardeşlikten ya da kız arkadaşlıktan geçer. Bu konunun nüanslarını derinlemesine irdeler. Uzun uzun sahneler yazar sadece iki kadının birbirine olan duyguları hakkında. Tür ne olursa olsun illa bir yerde bir kadın karakter hayatındaki diğer kadınlarla olan dostluğu sayesinde ne kadar büyüyüp beslendiğini anlatır. 

 

Bunun en rafine örneklerini de kanaatimce “Fleabag” dizisine yazmıştır. Esasen “Fleabag”i ilk olarak tek kişilik bir tiyatro oyunu olarak yazmış ve oynamış, fakat senaryoyu sonradan televizyon dizisine çevirmiş. 

 

En yakın arkadaşının ölümünden sonra depresyonda olan başrol karakter, ablası ve bir türlü tam olarak iletişemediği babasıyla kendini iyileştirmenin yollarını arar. Cinsellik ile olan kavram kargaşası, insanlarla olan ilişkisinde hep kendine bir yön verememesi metnin en açık ve net kısımlarıdır.

 

Yas tutma ve kayıp travmasıyla kendince başa çıkmaya çalışırken kadınlara ve onların haklarına ne kadar önem verdiğini hep göstermek ister. Sorunlarını daha da sorun yaratarak çözmeye çalışıyormuş gibi görünen bu genç kadının bilişsel kimliğinin katmanları yavaş yavaş izleyiciye aşikar edilir. 

 

Phoebe Waller-Bridge “Fleabag”den sonra bir de “Killing Eve” dizisini yazdı. Buradaki iki kadın ilişkisi daha da karmaşık, zira biri suçlu diğeri de onun peşindeki dedektif. Bu türün örnekleri bilhassa İngiliz edebiyatında ve ekranında çoktur, fakat bu ikili hep erkek olur. Waller-Bridge izleyiciye bunun kadın versiyonunu, aralarında oluşan bağı epeyce güzelleyerek ve karmaşıklaştırarak sunuyor. 

 

 

İkili kadın ilişkisi ve abla kardeş ilişkisine bir yağlı boya örneği de İngiliz yazar Virginia Woolf’un ablası Vanessa Bell’den verilebilir.

 

Bell, Woolf’u birkaç kez resmetmiş, lakin 1912’de Woolf’u bir koltukta elinde el işiyle gördüğümüz en sade ve en çıplak betimlemelerden biridir. Bir ablanın kardeşine bakışındaki soyutluk gibi de okunabilir eser.

 

 

Biz kız kardeşlerin birlikte daha güçlü ve besleyici olduğunu çağdaş müzikte de duyarız. Beyoncé şarkılarında hep kız kardeşlerinden ya da onu bu günlere getiren kadın figürlerinden saygı ve minnetle bahsetmez mi?

 

“Run the World (Girls)” şarkısında “milyonlar kazanıp çocuk doğurup sonra da işine kaldığı yerden devam eden güçlü kadınlara selam olsun” der.

 

“Formation” şarkısı aslında kendi bireysel başarı hikayesi ile ilgili olsa da kadınları askeri bir terim kullanarak hücüm için kol kola girmeye çağırır ve kol kola girmeyenin de kaybedeceğini söyler.

 

Toplumsal yaşamın vahşiliğinde yara almadan ilerleyebilmek için dişil enerji sanatta tekrar tekrar bize kendini hatırlatıyor adeta.

 

Yaşasın kız kardeşe dönüşmüş kız arkadaşlar! Yaşasın ruhu besleyen sanat!

Bu yazıya ilk yorumu siz yazın.