Cüret Gerektiren Bazı İşler; Candeğer Furtun Arter'de

Cüret Gerektiren Bazı İşler; Candeğer Furtun Arter'de


 
Sıcaktı. Galerinin kliması sonuna kadar açıkken bile. Duvar kelimesi normalde içimi üşütür, ama kilden bedenlerin asılı olduğu duvarlar beni ısıtıvermişti. “Temamız kabuk,” dedi küratör. Ben örtü gibi gördüm ama. Bedenler birbirini örtüyor gibiydi.
 
Sanatçı Candeğer Hanım, “Beraber olursak iyileşiriz,” dedi basın toplantısında. Pek de rahat görünmeyen bir sandalyede oturuyor ve omuzunda kahverengi deri postacı çantası hala asılı duruyordu. Bir ara su istedi. Yaşlılıktan ve ölümden şaka yaparak bahsetti. Sonra, “İyi ki de hiçbir eserimi satmamışım. Onlar kocaman bir kitabın sayfaları gibi. Sayfalar koparsa hikaye bozulur” dedi ve izin istedi. Biz de yavaş yavaş serginin basın ön gösterimi için dağıldık.
 
 
 
 
Arter’in giriş ve -1. katındaki galerilerine dağılmış bir ömür vardı gözümün önünde. 1960’lardan beri üretiyormuş Candeğer Furtun. Bir köşede seramik kollar bacaklar, öteki köşede benim iki katım yaşında seramik demlikler vardı. Demliğin önünde saygıyla durdum. O da topraktandı; benim gibi. Garip bir his kapladı içimi birden. Şakaya vurup o hissi dağıtmak istedim. Çoktan sergiden görüntü toplamaya başlamış olan kameraman Serkan’a döndüm. Ona soyut eserlerde ne gördüğünü sormak için yarım asırlık demliğin büyüsünden uzaklaşmaya başladım.
 
 
Fakat, bunca yıllık bir üretim söz konusu olunca eserlerin zaman içindeki değişikliği de hemen gözüme çarptı haliyle. Kimisi çok realist ve figüratif, duvarda kilden yeşil bir yaprak... Kimisi de epey soyut. Ne gördüğümü Serkan’a tasvir edince aynı eserde başka şeyler de görmeye başlıyordum. O da, kamera ayarlarından bir anlığına uzaklaşıp bana dahil oldu:
 
“Ben kesinlikle bir bağırsak gördüğümü düşünüyorum.”
“Bence o bir erkeğin göğsü. Aşilmiş mesela! Zırhı da var.”
“Bir sırta bakmak ne kadar huzur verici.”
“Dudak mı o?”
“Judas’ın Öpücüğü eserini hatırlattı o dudak bana.”
 
O sırtlar, omuzlar ve kümelenmiş bedenler hep parça parçaydı. Birlikte ama parça parça. Hiçbiri tam bir bütün insan değildi. Figürlerin birçok uzvu eksikti, fakat yine de yanlarında olmak omuzlarımın istemsizce düşmesine yetti. Rahatladım. Bir kalabalık içindeydim. Sanki oradaydılar, ya da zaten oradaydılar.
 
 
Aidiyet, toplum olma ve iyileşme temaları kendiliğinden aklımda beliriyordu. Herhangi bir basın bülteni ya da sergi turu olmadan da apaçık bir şekilde eserler kendi hikayelerini anlatmaya başlıyor gibiydi, fakat okuduğum ve duyduğum her yeni bilgi ile de bu hislerim perçinleniyordu. Bilgi ve hisler birbirini tamamlıyordu.
Konuşmasında küratör Selen Ansen, sergi için ilk kez Candeğer Hanım’ın stüdyosuna gittiğinde orada hali hazırda bir topluluk olduğunu söylemişti. Ben de galeride en çok bunu hissediyordum: bir topluluğun içinde gibiydim. Bir duvar dolusu el enstelasyonunun önünde içime istemsizce el ele tutuşma dürtüsü geliyordu. Ya da gördüğüm grup halinde çömelmiş bedenlere yakınlaşmak istiyordum. Ne yapıyorlardı ki birlikte? Tema tam da buydu sanırım: birlikte olmak.
 
 
 
 
1980’lerin karmaşık Türk siyasi dalgalarıyla Candeğer Furtun’un bir zamanlar soyut insan figürleri hepten belirginleşmeye başlamış. 1960’lar ve 70’lerde demlik ya da yaprak figüratif ve gerçekçiyken, 80’lerden sonra insan bedenleri barizce ortaya çıkmış. Siyasi ayrışmalar, toprak ile hemhal olan bu sanatçıyı birliktelik temalarına itmiş. Açılan yaraların kabuk tutup iyileşebilmesi için “cem olmak” gerektiğini vurguluyordu.
 
Her şeye rağmen ben endişeliydim. Sahiden de çok eser vardı sergide. İşlerin ardında da bir o kadar hikaye ve anlam... Ne yazacaktım? Nereden başlayacaktım? Hem ben daha kendi karmaşık hislerimden çıkamıyordum ki! Giriş katta, işlerin arasında öylece yürüyordum.
Hislerimle savaşmak ve aklıma ulaşmak yerine Candeğer Hanım’ın 1988’de bir röportajında söylediği bir şeyi düşünmeye başladım: “toprak, yaşayan, gizli güçleri olan büyülü bir malzeme”.
 
 
Toprak ile yapılan sanat eserlerinde genellikle bir büyü havası zaten olur, fakat buradaki hisler eserlerin de sayıca çokluğuyla epeyce yoğundu. Kavga ve endişelere rağmen Candeğer Hanım senelerce yılmadan insan topluluklarını tasvir etmiş ve toplum olmayı toprakla sorgulamış. Bir topluma ait olmak ne demek? Birey bir topluma ait olursa yine de kendi gibi var olabilir mi? Barışçıl ve bireyin de huzurla var olabildiği bir toplum mümkün mü?
 
 
Yan yana dizilmiş eller, bacaklar, sırtlar başka başka renkte ama postürleri tıpatıp aynıydı. Ben bundan mı endişe ediyordum? Aynı olmak neden ürkütücüydü? Toplumun verdiği sıcaklık ve güven hislerine kapılıp benliğimin biricikliğini yitirmek? Ah, yine de o sıcaklık yok muydu!
 
Serkan neredeyse bütün eserleri çekmişti bile. Elimi çabuk tutmam ve bir anons metni hazırlamam gerekiyordu. Bense, Aşil’e benzettiğim göğsün önündeydim. Aklımdan sarılıyorduk birbirimize. Neyse ki sonra beni Arter ekibi buldu ve röportaja hazır olduklarını bildirdi. İstemeyerek de olsa duvardaki seramik adamla vedalaştım ve işe geri döndüm.
 
 
 
Selen Hanım ile yaptığımız röportajda insanın yurdunun yine insan olduğunun altı çizilmiş oldu. Her konunun dönüp dolaşıp bu kapıya çıkmasına hayretler ediyordum bir yandan.
 
 
Sergiden ayrılırken yanımda götürdüğüm en net şey cesaretti. Hayır, doğru kelime cüret olacak. Birlik olma ve “ötekini” her şeyine rağmen seçme cüreti. Toprak elementi ile birkaç saat geçirdikten sonra içimdeki toprak teskinlik bulmuştu. Ne garip!
 
Kendisi hangi eseri hangi Yunan mitolojik kahramanına benzetecek merak edenler için, 17 Nisan 2022’ye kadar Candeğer Furtun’un retrospektif sergisini Arter’de görebilirsiniz.


 

Bu yazıya ilk yorumu siz yazın.