Arap-Amerikan Sanatçı Helen Zughaib’in Suriye Krizi ile Hesaplaşması

Arap-Amerikan Sanatçı Helen Zughaib’in Suriye Krizi ile Hesaplaşması


Suriye savaşı, krizi, meselesi -adına ne dersek diyelim- ile hemen dibimizde bizi derinden etkileyen büyük bir kırılma yaşandı. Hem her gün bu travmayı yaşayan insanlarla aynı şehirleri, mekanları paylaşıyoruz hem de sonuçların daha nerelere varacağını kestirmeye çalışıyoruz. Birlikte yaşıyor, birlikte iyileşmeye çalışıyoruz ya da iyileşmeye direniyoruz.. Kelimelere, formlara, renklere dönüştürülmesi zor bir acı bu. Sonuçta hepimiz için, nereden bakarsanız bakın dönüştürücü bir mesele oldu -olması gerekirdi- bu savaş. Bazılarımız kendi ırkçılığıyla yüzleşti, merhametiyle kendi konforunu tartıya koydu, medeniyet algısını ölçüp biçti ve hatta “Avrupa’nın gözünde biz kimiz” sorusuna bile antoloji yaptı. Her gün bir arada yaşadığımız insanlarla birlikte, başka yöntemler kullanarak savaşla nasıl hesaplaşılır? Kendisi de savaştan çocukken kaçmış bir mülteci olan Helen Zughaib bu yüzleşmeyi “The Syrian Migration Series”* ile denemiş. Medya üzerinden, komşu olduğumuz insanların asla anlatmadığı deneyimlerinde, sokaklardaki çocuklarla ve politik olarak da tarafı olduğumuz bu savaşla başka türlü bir yüzleşme… 

Helen Zughaib son zamanların en ünlü Arap-Amerikan sanatçılarından birisi sayılabilir. Renkli Orta Doğu motiflerinden esinlenerek oluşturduğu desenlerle ünlenen sanatçının işleri Beyaz Saray’dan Dünya Bankasına ya da ünlü Kongre Kütüphanesi’ne birçok mekanın duvarlarında. Barack Obama Irak Başbakanı Nouri al-Malik’e Zughaib’in tablolarından hediye etmişti başkanlığı döneminde. Washington sanat piyasasının böyle de ikircilikli yanları var. Politik olanla protest olan birbirlerini çok güzel kucaklayabiliyor. All hail the artist! Zughaib’in son sergisi de The Syrian Migration Series başkentin en büyük galerinden birisi olan Gallery al-Quds’de kapılarını açtı. 

Zughaib -ya da küratör- resimleri galerinin duvarlarına yapılış tarihlerinin kronolojik sırasına uygun olarak yerleştirmiş. Kronoloji, savaşın da kronolojisi. Sonuçta neredeyse bütün dünya vatandaşları için bir tür mülteci krizine dönüşmüş olan iç savaş Zughaib’in fırçasından izlerini sürebileceğimiz patikalar gibi başından sonuna derinlikli olarak yansıtılmış. 

Zughaib’in eserlerinin en insanın hem içine hem de zihnine işleyen kısmı acının kendisine ve en derin haline bakarken seçtiği canlı renkler. Sade figüratif tasarımların ardından umut gibi fışkırıyor canlı renkler. 

Middle East Eye adlı web sitesine verdiği röportajda renkleri üzerine diyor ki Zughaib: “Amaçlarımdan birisi de yaptığım tablolarla insanlara mesajımı iletirken bu işleri makbul formlara dönüştürebilmek.” 

 

“İnsanları tiksindirmek istemiyorum, kimseyi korkutmak da istemiyorum. Bildiğiniz gibi (işlediğim konular arasında) çok korkunç şeyler de var-eğer duruma biraz hakimseniz olayların ne kadar vahşi boyutlara vardığını da biliyorsunuzdur. Ama yoldan geçen/konuyla pek ilgisi olmayan birisi bu tablolara baktığında resimleri rahatsız edici bulmayacaktır. En azından onların tabloya bakmasını sağlamış oluyorum. Amacım da bu aslında, konuya bir şekilde dikkatlerini çekip araştırmalarını sağlamak.”

Doğu ve Batı Arasında

Zughaib Müslüman dünya ile Batı arasında bu mesaj iletme rolünü ilk olarak 11 Eylül saldırılarında benimsemiş. Çünkü Amerika’nın kırsal bir bölgesinde yaşayan sanatçı yükselen İslamofobyayı ve bunun Müslümanların hayatlarını ne kadar cehenneme çevirebileceğini birinci elden deneyimlemiş. 11 Eylül’ün ardından yaşananları anlatırken Araplara ya da Arap-Amerikan vatandaşlara yönelik negatif stereotipleştirmeye ek olarak gündelik hayatını zora sokacak kadar büyük nefretle karşılaşmış. Bu süreçte “bir dakika, biz de kendi hikayemizi anlatacağız. Bana kim olduğumu söyleyemezsin, benim adıma konuşma” demek olmuş ilk refleksi. 

“Ben aslında işlerimin doğu ve batı arasında bir tür konuşma ihtimali açacağını biliyordum başlarken” diyor Zughaib. Eserlerinin neredeyse içinizi açan tazeliğinin ve duruluğunun sırrı da burada aslında. Karşılıklı konuşmaya inancını asla yitirmiyor, renklerle, fikirlerle ve olayları dönüştürdüğü formlarla canlı bir konuşma ihtimali, imgelerden bir köprü olduğuna inanıyor.  

Son zamanlardaki seri işlerine baktığımızda her bir tabloda kahramanlarından birisi olan Jacob Lawrence’ı buluyoruz. Lawrence’ın The Migration Series** adını verdiği bir dizi tablosu bir milyonu aşan siyahi Amerikalının 1916 ile 1930 yılları arasında güneyden kuzeye yolculuğunu belgelemeyi hedefliyordu.  

Zughaib’in eserlerinin birçoğu da Lawrence’ın göç devri ile Suriye halkı arasında paralellik kuruyor. Sergide, tıpkı kahramanı (veya manevi hocası) Lawrence gibi krizi resmeden her tablonun yanında durumu anlatan bir ya da iki cümle mutlaka yerleştiriyor. Bu da aslında bir tür enstelasyona dönüştürüyor Zughaib’in sergilerini çünkü bazen bir gazete kupüründen bazen de bir internet sitesinden durumu anlatan cümleleri ödünç alıyor. 

Lübnan’dan Kaçış 

Annesi Amerikan, babası Lübnanlı bir Arap olan Zughaib zorunlu göçe dışarlıklı bakan bir sanatçı değil. Lübnan doğumlu 60 yaşındaki Zughaib yaşanan çatışmalar nedeniyle bir kaç kere göç etmek zorunda kalmış. Lübnan’dan ilk kaçtıklarında sadece sekiz yaşında olan sanatçı 1967 yılındaki 6 gün savaşları olarak da bilinen Arap-İsrail savaşının korkusunu iliklerine kadar hissetmiş olmalı. Bu ilk kaçışın ardından Beyrut’a dönen aile 1975 yılının Aralık ayında tırmanan gerilimin bir iç savaşa dönmesine kadar da orada yaşar. Ancak 75 iç savaşı yeni bir kaçışı getirir ve  aile Amerikan pasaportlarıyla Fransa’ya kaçar, Zughaib’in lise yılları bitene kadar da orada kalırlar. 

New York’da Syracuse Üniversitesi’nde görsel ve preformatif sanatlar okumak için Amerika’ya göç eder Zughaib. İç savaşın eşiğinde bıraktığı Lübnan’a 35 yıl boyunca bir daha dönemeyecektir. Bu kaçışı anlatan kelimeleri tarih boyunca göç etmek zorunda kalmış bütün mültecilerin sesinin bir yankısı gibi, kendisini mülteci olarak kabul etmese de… 

Lübnan’dan ayrıldıkları günün anısı zihninde hala çok net; havalimanına giden yolları dolduran insanları ve kalabalığı çok iyi hatırladığını söylüyor. 

“Kesinlikle bir yeri terk etmeye zorlanma konusunda kendi kimliğimde olan şeyler var. Ama kendimi tam bir mülteci olarak tanımlayamıyorum. Çünkü o çaresizliği yaşamadım, yani hani kilometrelerce yürümek gibi… O anlamda kesinlikle mülteci değilim”. Bu cümlelerde mütevazi bir saygı seziliyor mültecilere karşı, direnmenin, yaşamı devam ettirmek için harcanan çabanın karşısında bir tür saygı duruşu. 

Sanatçının 2010 yılından beri yaptığı eserlerden oluşan “Arab Spring-Unfinished Journeys” adlı sergisi de 1975 yılında Orta Doğu’ya ilk dönüşüne ve sonrasında çiçek açıp erken solan Arap Baharı ile bir tür hesaplaşması. Halen Dünya Bankası Genel Merkezi’nde sergileniyor. 

2011 yılında Arap Baharı adı verilen hareket başladığında Zughaib de (birçoğumuz gibi) umuda kapılmış. “Dünyanın geri kalanıyla birlikte ben de Orta Doğu’da bir şeylerin değişebileceğine dair umut beslemeye başladım, daha eşitlikçi, daha demokratik bir Orta Doğu hayal ettim” diyor sanatçı. “Belki bu konuda bir parça naiftim, ama yanıldığımı anladığımda bile görsel olarak yaşananları kaydetmeye devam ettim, çünkü ben hikaye bitene kadar anlatmaya devam edeceğim.” 

Zughraib’in mültecilik kavramı üzerinden yaşadığı savaş hesaplaşması hem kendi Orta Doğulu kimliğinin kodları hem de geleceğe dair beslediğimiz umutlara ilişkin çok şey söylüyor. Asla yüzünü karartmamak, zorunlu göçün ardında bile kim olduğunu hep sorgulamak ve renklerden vazgeçmemek. Burada her ne kadar amacını savaşı konusuyla hiç ilgilenmeyen veya ilgilense bile karşı taraftan bakan insanlara anlatabilmek olarak belirtse de Zoughraib’in işlerinin ortak özelliği umut. Bir kapıdan geçerken, durum ne kadar kötü olursa olsun içinde taşıdığın, yürümeye devam etmeni sağlayan umut. 

*Suriyeli Göç Serisi

**Göç Serileri 

Bu yazıya ilk yorumu siz yazın.