Türkiye’de rakamsal olarak kaç Suriyeli yaşıyor bilmiyorum. Aslında sayısal verilerin hiç de önemli olmadığı bir yerdeyiz bugün Suriyeli mülteciler konusunda. Çünkü her mülteci grup gibi Suriyeli göçmenlerin de demografik dağılımı değişse de yurdumuzun doğusu batısıyla, sağcısıyla ve solcusuyla birlik beraberlik içinde uzlaştığı yegane konu; Suriyeliler Defolsun. Biraz sosyal medyada dolaşınca korkunç taglerle karşılaşıyor insan, gayet sıradan insani ihtiyaçların Suriyeliler için aşırı lüks sayılması mı derseniz, yalan yanlış bilgilerle kendi kendisini gazlamayı seven bir grup insanın sürekli kendi fakirliğinin suçunu Suriyelilerde bulması mı ya da ülkeye sanki bu insanlar tatile gelmiş de çalıp çırpmaya başlamış gibi bütün Suriyelileri tek bir kategoriye sokanlar mı… Bu nedenle konuya giriş yapmak için önce ırkçılık kelimesinin ders kitaplarına da girmiş tanımını yapalım:
“İnsanların toplumsal özelliklerini ırksal özelliklerine indirgeyen ve bir ırkın öteki ırklara üstün olduğunu öne süren öğreti.” Yani bireysel ya da sosyolojik özelliklerin etnik kökene genellenerek/ indirgenerek bir grubu tanımlamak amacıyla kullanılması. Ne yapar ırkçılık? Zihinde durduğu gibi durmaz, mutlaka ayırımcılığa ve nefret suçuna yol açar. Akıllara gelen “…evet ama” itirazı genellikle başka bağlantılara bulduğumuz kılıflardır. Bu nedenle şöyle bir şeyden bahsedilir birisini tanımlarken: "Suriyeli ama çok akıllı bir çocuk." Ya da haber bültenlerinde duyarız Suriyeli genç yolda bulduğu parayı sahibine iade etti. Normal çocuk değil, Karadenizli genç değil ama Suriyeli çocuk. “Başörtülü ama” kalıbına benzettiniz mi? A sen hiç Türk’e benzemiyorsun… Sonra bu aklımızdaki kategorik ayırımlar bazı gerçek sandığımız şeylerle destekleniyor, mesela Suriyelilere maaş veriliyor, okullara sınavsız giriyorlar, ay yurdunda savaşmamış bunlar gelip burada keyif çatıyorlar. Sonra örnekteki gibi posterler, afişler görüyoruz.
Irkçılık söz konusu olduğunda göz önünde bulundurulacak, herkesin bildiği gerçekler var; ekonomik sıkıntılar, insanların toplumsal çöküntü sahası olarak kabul edilen yerlerde yaşamak zorunda kalması, görece olarak daha alt ekonomik gelir grubundaki insanların kamusal alanda daha fazla görünür olmasının genelleştirmeye yol açması gibi durumlar... Sosyal teolog Matthew Clark bu konuda şöyle bir önerme geliştirmiş; insanlar gündelik yaşamda karşılaştıkları sistematik sorunların suçlusu olarak toplumun en aşağıdaki kesimini görme eğilimindeler. Bir yerde çingeneler varsa onlar -yoksa göçmenler bazen de- en azınlık olan grup mesela Avrupa'da Türkler. Göçmen gruplara yönlendirilen öfke ve suçlamalar da nadiren üzerinde tasarruf sahibi oldukları konulardır, güvenlik ya da bir semtte kiraların artışı gibi.
Suriyeliler gitsin söyleminde iki argüman var. Birincisi "ülkesinde savaşmamış insanlar burada keyif yapıyor", ikincisi de "savaş bitti, bayrama gidebiliyorlar o halde gidip orada yaşayabilirler". Savaşa hiç de uzak olmayan, jeopolitik olarak "düşmanlarla çevrili" topraklarda yaşayan ülke insanları için fazlaca cesur bir söylem değil mi? Çeşit çeşit köktenci grubun silahlandığı bir coğrafyada kimin neye karşı silahlanacağı tercihini bir kenara bırakalım, 6 yılı geçen iç savaşın bir ülkeyi ne hale getirebileceğini düşünmeyenler bir parça Google araştırması yapabilir.
Bu nedenle bu sefer rakamlardan bahsedelim. Biz söylemeyeceğiz, kısa bir aramayla kendiniz bulabilirsiniz. Bu aramayı yaparken gözünüze Suriye fotoğrafları çarpacak, defolup dönsünler denilen ülkenin sokaklarını göreceksiniz. Yani ya sokaklarda kurşunla ya da Ege'de dalgalarla ölsün ama ne olursa olsun yüzmesinler diyorsanız, kendiniz hakkında bir karar vermiş olacaksınız.
Savaşın başlangıcından beri hayatını kaybeden Suriyeli sayısı: Dört yüz elli bin (Yirmi bininin çocuk olduğu düşünülüyor)
Türkiye sahillerinden Yunanistan'a geçmeye çalışırken hayatını kaybeden Suriyeli sayısı: Yedi bin beş yüz yetmiş kişi *
Yazın sahillere yüzmeye giden Suriyeli sayısı: ?
*Veriler Anadolu Ajansı'ndan derlenmiştir.