Sosyal medya denen gayya kuyusu çok zekice tasarlanmış, bizi duygularımız ve algılarımızla esir eden mükemmel bir buluş. Ve itiraf edeyim, çok şey öğrendiğim, gündelik hayatta asla yan yana gelemediğim insanlarla tanıştığım bir platform. Hepimizi inceden ilgi manyağına ve dikkati dağınık çocuklara çevirse de (bir araştırmada insanların dikkat ve bir şeyi bekleme sürelerinin sosyal medyadan sonra kısaldığını okumuştum ama araştırmayı bulamadım) sosyal medya artık bir kenara koyabileceğimiz, tamamen vazgeçebileceğimiz bir “alışkanlık” değil. Gerçi sosyal medya detoksu yapanlar nefes aldıklarını, renkleri falan daha parlak görmeye başladıklarını söylüyor ama bir zaman sonra insanı “dışarda kalmış” hissettiriyor. Çünkü aslında orada da bir kimliğimiz, benliğimiz, eşimiz-dostumuz arkadaşımız falan var. Bazı şizofrenik boyuttaki arkadaşların sosyal medyada kendilerine olmayan meslekler, olmayan yüzler edindiklerini de biliyoruz. İşte bu şizofreninin, kimliksiz ve anonim olabilme özgürlüğünün getirdiği bir şey daha var: linç kültürü.
Kullanıcı adınızdan ibaretsiniz. Her an sizi tüye katrana bulayıp sanal meydanlara asabilirler, teşhir edebilirler, ifşa edebilirler.
Freud “karşısındakine taş yerine küfür sallayan ilk insan medeniyetin kurucusudur” demiş ya hani aslında kastettiği şu, fiziksel olarak saldırmak yerine sözel bir tepki geliştiren, kendisini kontrol etmeyi bilerek politik davranan kişi bugün medeni kabul ettiğimiz şekilde davranan ilk ademdi. Çünkü, "dil medeniyetin evidir" der Nermi Uygur. Sadece söz ve görüntüden oluşan bir dünyada tepkimizi nasıl koyacağız o zaman? Yani sosyal medyadaki küfür ve hakaret bir bakıma taş atmanın yerine geçiyor. Çünkü hala sosyal medyada Ortaçağ hüküm sürüyor, insan hakları evrensel bildirgesi yayınlanmadı, herkes eşit ve insan olarak görülmüyor ve ettiğiniz tek bir kelime, hakkınızdaki küfür kıyamet yorumları haklılaştırıyor. Hatta, henüz çoğumuz dijital okur yazar değiliz, fake hesapları gerçeğinden ayırmayı bile beceremiyoruz. Bu durum markalar için de büyük bir sıkıntı aslında, kişiler için de. Çok tartışmalı bir konuda ne düşündüğünüzü söylerken elinizin titremesine sebep oluyor çünkü siz telefonların gerisinde bir insan değil bir hesapsınız. Kullanıcı adınızdan ibaretsiniz. Her an sizi tüye katrana bulayıp sanal meydanlara asabilirler, teşhir edebilirler, ifşa edebilirler. Hiç sınırı olmaksızın aileniz, eşiniz, iş hayatınız ortalara dökülebilir, en mahrem ve hassas yanlarınız alay konusu olabilir.
Kural: Onaylanma, Like Alma, Sürüye Katılma
Sosyal medyadaki insanların davranışlarını inceleyen birçok araştırma şirketi var, bu hem psikolojik hem de sosyolojik bir konu çünkü. Bu linçten en büyük zararı firmaların gördüğünü düşününce araştırmaların kaynağı kendisini açık ediyor zaten ama yine de araştırmalar bize itibar edeceğimiz önemli şeyler de söylüyor. Karşınızdakinin piksellerden ve harflerden ibaret bir varlık olduğunu düşünmek sosyal medya linçlerinin en önemli sebeplerinden birisi. Sena Sever’e seçimden sonraki gece yapılan linç tam olarak bu değil miydi? Attığı soğan twitinden bağımsız olarak, Sever’in kimliği, nasıl bir ailesi olduğu, bu hayattaki sorumlulukları veya zorunlulukları ezberden sayıldı, sanki bir kitlenin temsilciymiş gibi bütün hınç üzerine kaldı. Twitter’da en tatlı linç galiba örtülü “Insta-girl” linci, sonuçta onlar bir bakıma Twitter mültecisi; takipçisi, kitlesi, fan girlleri Instagram’lı. Tabi hem dindar camiadan hem de feministlerden destek bulamıyorlar (hatta bu olayda iki taraftan da linç yedi Sena Sever). Koskoca yerel seçimlere şaibe karışmış, oylar çalındı söylentisi var, büyük şehirler 25 yılın ardından iktidar partisinin elinden gitmiş ve durup durup Sena Sever’e kendince laf sokan ağır abiler ablalar düştü önümüze bir bir.
Come Join The Murder
Linç kültürünü besleyen bir diğer güdü de sürüye katılmayı isteme, aynı görüşten olduğun veya beğendiğin insanlarla aynı safta olma isteği. Yani diyelim ırkçılık karşıtısın, ırkçılıkla ilgili olduğunu düşündüğün bir meselenin tabiri caizse üzerine atlıyorsun, retweet ediyorsun, o kişiye küfür hakaret yağdırıyorsun. Tek bir söz, tek bir twit üzerinden o kişinin hayatını mahvediyorsun belki de. Bunun en büyük örneği Justine Socco adlı kadının 2013’de başına gelenler. Sosyal medyanın ilk en büyük linci olarak da tarihe geçmiş bu olayda kadın Güney Afrika uçağına binmeden bir twit atıyor ve daha uçaktan inmeden adı TT oluyor, işten atılıyor ve hayatı cehenneme dönüyor. Olayı başlatan gazeteci bile sonradan pişman olduğunu söylüyor ama artık iş işten geçmiş ve kadının adı Google’da artık bu şekilde bulunuyor. Çünkü ırkçılığa karşı olduğunu ispat etme yükümlülüğünde hisseden herkes söz konusu olanın etten kemikten bir insan olduğunu unutup olaya bir simge gibi yaklaşıyor ve artık klavyesinin meşrebince yazıyor da yazıyor.
Çünkü ırkçılığa karşı olduğunu ispat etme yükümlülüğünde hisseden herkes söz konusu olanın etten kemikten bir insan olduğunu unutup olaya bir simge gibi yaklaşıyor ve artık klavyesinin meşrebince yazıyor da yazıyor.
Sosyal medyada tepki dediğimiz şeyin bir lince dönüşmesinin sebeplerinden birisi de araştırmalara göre insanların mutsuzluğu. Zenna’nın yaptığı ve yayınladığı “Sosyal Linçler, Marka Krizleri ve İtibar” araştırmasının raporuna göre linç oranı insanların mutsuzluk oranıyla ilintili. Yani kendi mutsuzluğunun hıncını diğerinden çıkarmak, içindeki irini başkasına atmak insanları rahatlatıyor. Ya da belki öfkelendikçe düşen empati becerisiyle ilgili vardır. Özellikle ülkede garip olaylar oldukça “günaydının batsın” gibi twitler görmeye alışıyoruz. Ayrıca eminim bağlamından kasten kopartılmış, bütün bir düşünceyi tek bir insana indirgeme kolaylığıyla birisine saldırmak fikir tartışmaktan daha rahatlatıcı ya da kolay oluyordur.
Bir de oluşturduğumuz sosyal medya balonlarında yarattığımız linçler var. Kendimizce insanlara koyduğumuz etiketlerle çelişen her durumda kolayca alay etmek ve adına ofansif mizah demek. Twitter’da trans bir kadın depresyon ve intihar eğilimiyle boğuştuğunu paylaştığında ölsün diye hashtag açmak böyle bir durumdu mesela. Çünkü orası bir yankı odası gibi, kendimizi ancak söyleyerek ve göstererek var edebildiğimiz bir yer. Söylediğimiz şeyin kiminle alakalı olduğunu düşünmeden tarafımızı belli etmek istiyoruz. Jon Ronson “You Have Been Publicly Shamed” isimli kitabında sosyal medyanın sağladığı ses ile ne yaptığımızı sorguluyor. İnsanların ideolojilere verdiği değerle orantılı olarak sosyal medyada siyah-beyaz bir dünya yarattığını ve bu doğrultuda ideolojik olarak yanlış gördüğü insanı tümden yok etme arzusuna kapıldığını söylüyor. Bu aslında 2012 yılında Hilal Kaplan’ın Vakit gazetesi tarafından linç edilmesine çok uyan bir durum. Başörtülü bir kadının (onların deyimiyle bayanın) kilisede poz vermesi dindar çevrelere zarar verecek bir eylemdi, arkadaşlarıyla bir gezide olan Kaplan’ın o yıllarda dinler arası diyaloğu savunuyor olması da işin tuzun biberi oluyordu. Tabi işin bir espri olduğu, fotoğrafın arkadaş ortamında çekilmiş olması falan linççileri hiç yavaşlatmadı, olay büyüdü. Merak edenler için haberin linki burada. Sonradan sosyal medya güruhlarının önüne başkalarını atmaktan hiç çekinmemişti Hilal Kaplan, birilerini simgeleştirip kendince çok önemli bazı meseleleri o kişi üzerinden açıklamaya girişmişti. Sonuçta kadınlar eğer Instagram’da olmayı tercih ediyorsa bir yüzden, bir görüntüden, pozdan ve simgeden ibaret değil miydi?
Tabi sosyal medya tepkilerimizin bir kısmı da adaleti sağlama talebinden kaynaklanıyor. Straw Dogs tam da bu konuda zihnimizi açacak enfes bir film. Şiddetten kaçarak sakin bir kasabaya yerleşen David Summer evinin kapısında silahlı adamlar bulur bir gece. Genç bir kızı katleden kasabanın meczubunu öldürmeye gelmişlerdir ve David meczubu canı pahasına savunacaktır. Çünkü adaleti sağlamak bir kitleye ya da bir insana verilemeyecek kadar önemlidir ve bu insanlığa aykırıdır. David’in yaşadığı çarpışma sosyal normlarla, toplumsallaşmayla, ilkelerle, vicdanla ve aslında etikle ilgili bir çarpışma. Adalet bile değil sadece mesele, insana verdiğimiz değerle ilgili. Twitter üzerinden rahatça küfrettiğiniz ya da alay ettiğiniz insan karşınızda olsa, sosyal hayatınıza dahil olsa, iş arkadaşınız ya da okuldan tanıdığınız olsa aynı şeyi yapabilecek misiniz? Ya da sokakta tüye ve katrana bulanmış bir adam görseniz ne hisseder, ne yaparsınız? Bu sorunun cevabı belirlemeli sosyal medyadaki davranışlarımızı.
6 yorum
Tebrikler çok başarılı ve güzel noktalara değinen bir yazı olmuş bayıldım. Devamını heyecanla bekliyoruz.
Sayende int olaylalara biraz daha anlam verebidim
İnanılmaz keyif alıyorum yazılarını okurken.
Kelimelerin gücünü okurken bir kez daha yürekten hissettim. Kaleminize sağlık, aynı şeyleri hissedip düşünürken duygularımın yazıya dökülmüş haliyle karşılaşmak çok keyifli ve zihin açıcıydı bin teşekkür. Yolunuz açık olsun..
Ayağı yere basan düşüncelerin aktarıldığı bir yazı dizini olmuş, fakat bir de bunun taban tabana zıddı bir durum var ki o da bir kitlenin sosyal medya fenomenlerini eğri doğru süzgeçten geçirmeden her söylediği ve yaptığını doğru kabul edip yapıcı eleştirilere dahi canhıraş bir şekilde karşılık vermeleri.. Öyle ki her gittiği yeri her giydiğini bilmek istiyor, o fenomenlere laf söylendiğinde sanki kendilerine söylenmiş gibi atağa geçiyorlar. Nasıl ki linç, üzerine düşünülmesi yazılması gereken bir husus ise bunun zıddı aşırılığa kaçan bir ilgi sevgi de üzerine düşünülmesi, eleştirilmesi, irdelenmesi gereken bir husus. Bu hususta yazdıklarınızdan sonra belirttiğim konu hakkında da yazmanızı gerekli buluyor, bekliyorum..
Tek kelime BA-YIL-DIM!!