Hepimiz anneciğimizin biricik kızı olarak çeşit çeşit yeteneklerle donatıldık büyürken. En asi, en feminist, en ben mutfağa girmem dışardan söylerim kız bile göz ucuyla baksa ortalama bir evin iki yıllık yemek listesini bir anda çıkarabilecek kadar şey öğreniyor. Çünkü aslında öğrenme, özellikle aileden aldıklarımız bir karara tabi değil. İçinde yaşayarak, görerek, zamanla benimseyerek öğreniyoruz. Evde iş yapan kimse, o işin nasıl yapıldığını bir bakıma öğretmiş de oluyor; hani teamül derler ya, raconu ve yordamını da öğretiyor. (Ve tam da bu sebepten erkeklerin ben iş yapmayı bilmiyorum demesi hiç inandırıcı değil, iş zaten o kadar da karmaşık bir şey değil, süpürgeyi halıya doğru tutuyorsun ve mucizevi bir şekilde yerdeki pislikleri içine çekiyor. Hani bilim, teknoloji sizin işiniz ya, aslında çok teknik bir mesele yani. Sopanın ucunu nereye tutacağını öğrenmek de öğrenmek olmasın bir zahmet.)
Ev işlerini bir yerinden sahiplenmiş, evi de kendisinin gibi gören eril bir birey ile karşı karşıyayız!
Ailemizden öğrendiklerimiz özellikle aile kurduğumuzda, kendi düzenimizi oluşturmaya başladığımızda açığa çıkıyor; çünkü ev içi pratiklerle tam olarak o zaman yüzleşiyoruz. Dolayısıyla aile içindeki iş bölümü, ne tür sorumlulukları kimin yüklenmesi gerektiği veya daha net bir ifadeyle kimin neyin polisi olacağını biraz da babamızın evinden getiriyoruz. Örneğin eşiniz evde boşa yanan ışıkların polisiyken siz kendinizi yere atılmış çorapların atanmamış komiseri olarak bulabilirsiniz. Eğer bu geleneksel aile düzeni size uyuyorsa, mutluysanız, eşinizle aranızdaki sözsüz iş bölümü gerginliğe yol açmıyorsa tabii ki problem yok. Ancak yazının bundan sonrası evde sürekli temizlik-dağınıklık huzursuzluğu yaşayanlar için başka bir bakış açısı sunmak üzerine kurulu.
Diyelim ki hayalinizdeki erkeği buldunuz, yüzüğü taktınız, evlendiniz. Allah mesut etsin. Evlenirken günlerce gezip dolaşıp en güzel mobilyayı en muhteşem halıyla eşleştirmek için uğraştınız, eviniz güzel olsun diye belki borca girdiniz, belki birikimleri erittiniz. Buraya kadarı normal. Vee evlendikten bir süre sonra (cicim aylarının süresiyle orantılı olarak) bir baktınız çoraplar yerde, bulaşıklar hep masada. Eşiniz size yardım etmek istiyor ama çamaşırları bir türlü düzgün katlayamıyor, bulaşık makinesine kaseleri ters koyuyor ya da toz bezlerini banyoda bırakıyor! Yani bir şekilde sizin düzeniniz ve onun düzeni (düzensizliği değil dikkat ederseniz) uymuyor.
Peki bu noktada ne yapıyoruz? Aslında elimizde iki seçenek var; ilki bütün işleri, belindeki donuna temizlik bezi sıkıştırılmış Süpermen gibi üstlenmek ve evin erkeğini hiç bulaştırmamak ya da ona öğretmeye girişmek. Her yöntemin kendi handikapı var; ama önce başka bir şeyi netleştirelim. Evde iş yapmaya niyetli bir erkek var. Bu Türkiye şartlarında kolay bulunur bir şey değil nihayetinde. Elbette olması gereken bu ama elimizdeki demografik popülasyon bu, ne yapalım. Dolayısıyla ev işlerini bir yerinden sahiplenmiş, evi de kendisinin gibi gören eril bir bey ile karşı karşıyayız. Yukarıdaki seçeneklerin ikisinde de sıkıntılı olan şey şu aslında; siz içten içe evi kendinize ait görüyorsunuz. Yani kadının yeri evidir ile evin düzeni kadına aittir arasında pek bir fark yok. Bardakları sizin istediğiniz gibi koymadı ya da dolabınızı gösterdiğiniz gibi düzenlemedi diye kavga çıkarıyorsanız kendinizi de belki sorgulamanız gerekebilir. Siz evin Marie Kondo’suyken o kendi hayatında bir Hoarder olabilir. Tamam belki bunlar çok uç örnekler ama iki insanın sürekli aynı önceliklere göre yaşaması da pek akla yatkın değil.
Bu durumda önerimiz kendiniz için asla üzerinde pazarlık yapılamayacak şeyler belirleyin ve bunları talep edin. Mutfak beziyle yer silmemek gibi (ıyyy). Ama bu liste mümkünse kısa olsun, yoksa başa döneriz. Bir de şu var; ev denilen şey sürekli derli-toplu ve tertemiz olmak zorunda mı? Gerçekten içten mi rahatsız oluyoruz biz dağınıklıktan yoksa annelerimizin yıllarca kucağımıza üflediği endişeler mi etkili? Kimse bir mobilya showroom’unda yaşamıyor ve artık pek çat kapı misafir gelmiyor. Biraz rahatlasak mı acaba?
*Kapak Resmi: Yalçın Gökçebağ/ 2017
2 yorum
Dur şimdi düzelttim diye kocasının yatağa oturup giyeceği çoraba engel olan birini anlatmış bir psikolog arkadaş, kocamın, ev biraz daha temiz ve toplu olsa güzel olurdu, söylemi üzerine.. şükret dedi, evinde özgürce yaşayabiliyorsun. Taraflar birbirine yaşam alanı sağlıyorsa -insani koşullarda- yeter bence :)
"Bir de şu var; ev denilen şey sürekli derli-toplu ve tertemiz olmak zorunda mı?" bu her şeyi özetleyen bir cümle olsa gerek. Sadece evlilik yönünden bakmayıp aile yönünden de bakarsak ev temizliği gibi maddi bir şeyin ayrıntılarıyla boğulmak nedendir? Bunun için aile bireylerinin birbirleri ile tartışmasına değer mi cidden? Hele de kendi çapında düzenli ve temiz olmaya çalışıyorsa kişi onunla ortak nokta bulmaya çalışıp aytıntılara boğulmadan yaşayabiliriz.