Neden Ağzımız Açık Vlog İzliyoruz?

Neden Ağzımız Açık Vlog İzliyoruz?


Her gün Youtube’da neredeyse beş milyon video izleniyor. Sadece 13 yaşındaki kızların video çekme deneyimleri ya da şal bağlama videoları değil, neredeyse her yaştan, her cinsten ve ırktan insan bir salgın gibi video izliyor, çünkü aslında insan doğasında olan bir şeyi açığa çıkarıyor vloglar. İzleme ve izlenmenin hazzı, başkasını gözetleme yaramazlığı…

Kendimizi Kıyaslamak DNA’mızda Var

“Ruşen Amca’nın oğlu Sedat kendisine uzay aracı almış” gibi kıyaslamalar sadece Türklere ya da annelere özgü değil. İnsan ırkının temel özelliklerinden birisi. 2009’da YouTube henüz yeni adımlar atmaya başlayan bir çocukken Alfie Deyes vlog çekmek denen deneyimin ilk üreticilerindendi. PointlessBlog adını verdiği hesabından neredeyse 15 yaşından beri video paylaşan Deyes kendi kelimeleriyle şöyle tanımlıyor YouTube deneyimini: “YouTube’un her gün büyüyen popülaritesi aslında başkalarının hayatına bakmaktaki merakımızdan kaynaklanıyor. Hepimizde yaramaz bir gözetleme duygusu yok mu? Düşünsenize hayatınız boyunca hiç tanışmayacağınız, asla yüz yüze gelmeyeceğiniz bir insanın yaşamına, evine neyi nasıl yaptığına bakabilmek aslında inanılmaz bir şey”.

Tabii ki bu gayet mantıklı; vlog denen şey özünde video günlük. Kim önüne okuması için konmuş sayfaları aralık bir günlüğe bakmaya direnebilir ki… Birisinin kendisine özel bir paketi ya da kutuyu açması gibi bir şey bu -ki YouTube’un en çok tıklanan içeriklerinden birisidir- makyaj paketinden teknolojiye, Kinder Sürpriz paketinden kitap kolisinde iddia ediyoruz her gün onlarca kutu açılıyor YouTube’da. Bu merak bizim suçumuz da değil üstelik ya da kişisel bir özellik falan da değil. İnsanlık kendisini başkalarıyla kıyaslamaya kodlanmış, bu psikologlar tarafından uzun uzadıya tartışılan bir mesele. İlk olarak 1945 yılında Leon Festinger tarafından ortaya atılmış olan Sosyal Kıyaslama Teorisi diyor ki kendi sosyal ve kişisel değerimizi başkalarıyla kıyaslama sonucu elde ediyoruz. Bu sayede de kendimizi değerlendirme, geliştirme ve topluma uyum sağlama şansı elde ediyoruz. Bunu yaparken maddi durum, çekicilik, zeka ve başarı gibi çeşitli parametreler kullanıyoruz (ve belki bu yüzden TicToc videoları bize bir seviyede iyi hissettiriyor).

Kim önüne okuması için konmuş sayfaları aralık bir günlüğe bakmaya direnebilir ki… Birisinin kendisine özel bir paketi ya da kutuyu açması gibi bir şey bu -ki YouTube’un en çok tıklanan içeriklerinden birisidir- makyaj paketinden teknolojiye, Kinder Sürpriz paketinden kitap kolisinde iddia ediyoruz her gün onlarca kutu açılıyor YouTube’da.

Social Chain CEO’su Steven Bartlett Deyes, en büyük fanlarının 13 yaşındaki kızlar olduğunu söylüyor. Ama bazı orta yaşlı iş adamları da kaotik bir günün sonunda kaygısız (pointless) videolarının kendilerini rahatlattığını yazıyorlar yorumlara. Bu terapatik etki kendimizi başkasının hayatında kaybetmeye başladığımız anda kayboluyor, geride daha sorunlu bir tablo kalıyor.  Başkalarının hayatlarına baktıkça kendi hayatımız bizi mutsuz etmeye başlıyor ve bu bakma işi tehlikeli bir bağımlılığa dönüşüyor. YouTube’un çocuk içeriklerinin çoğu çizgi film değil oyuncaklarla oynayan başka çocuklardan oluşuyor mesela. Oyun oynayan çocukla bir seviyede özdeşleşme yaşarken büyüdükçe arzu nesneleri seçmeye başlıyor YouTube’dan ve bu normal hayatında görmediği çeşit oyuncaklara bakma isteği tehlikeli bir bağımlılığa dönüşüyor. Yetişkinlerde olduğu gibi.

Sosyal Medya Bir Tür Labirent Mi?

Günlük vloglar mecburen POV formatında çekiliyorlar ve bu nedenle kendimizi o insanların dünyalarının bir parçası gibi hissediyoruz ve aynı sebepten kendi hayatımızdan soyutlanmamız da kolay oluyor. Her gün 30 milyon insan bir başkasının hayatını izlerken kendi yaşamını bir süreliğine askıya alıyor. Sosyal medyanın sunduğu gerçek dışı mutluluğu arzuluyoruz çünkü. Bu tehlikeli kısmı, özenmek ve kıskanmak duygularının duygusal strese yol açması ve sonuçta kişinin kendi hayatından memnun olamaması şeklide özetliyor psikologlar. Hatta depresyon ve anksiyete bozukluğu gibi rahatsızlıkların kaynağında da bu duyguların aşırı yaşanmasının olabileceğini iddia eden uzmanlar var.

Bartlett diyor ki “Gerçekten sosyal medyanın bizim jenerasyonumuzda görülen psikolojik problemlerin en önemli kaynağı olduğunu düşünüyorum. Çok içtenlikle söylüyorum, bence bizimki gibi problemler yaşayan bir jenerasyon daha olmadı çünkü bu platformlardan tam olarak kopmak da mümkün değil, adeta bir uyuşturucu gibi sizi içine çekmek üzerine dizayn edilmişler”.

Bir kere döngüye girdiğinizde tıpkı labirent gibi sizi daha da içine çeken bir algoritması var bütün sosyal medya uygulamalarının, sürekli yenilenen ilgi alanlarınıza uygun içerikler çıkıyor karşınıza. Üstelik gün içinde bir şeyleri kaçırıyor gibi hissettirdiği için sürekli bakma ihtiyacı hissediyorsunuz.

Sosyal medya platformlarının geliştirici yazılımcıları da bunu itiraf ediyor zaten. Facebook’un eski yöneticisi ve kendisine “vicdanlı muhalif” diyen Sean Parker bu aplikasyonları geliştirme sürecini anlattığı bir röportajda “Asıl amacımız insanların uzun vakitler geçirmelerini sağlamak ve dikkatlerini diri tutmaktı” diyor. “Bu sosyal-geçerlilik geribildirim döngüsü adını verdiğimiz, tam olarak benim gibi bir hackerin düşünebileceği bir şey çünkü insan psikolojisininin zayıf yanlarını sömürüyorsunuz. Üreticiler, geliştiriciler, ben, Mark (Zuckerberg), Kevin Systrom (Instagram), bütün bu insanlar bilinçli olarak insanın yapısındaki zayıflıkları sömürdüğümüzü biliyordu. Ve yine de yaptık”. (Röportajın tamamı burada.)  

Vloggerların Farklı Dili- Aslında Bunu Mu İzliyoruz? 

Konuşma patolojisi uzmanı Erin Hall vlog çekmenin sırlarından birisinin özel bir iletişim dili geliştirmekte olduğunu söylüyor. Sıradan bir kelimeyi sürekli garip bir vurguyla söyleme (anananam gibi) ya da kendinize bir hakaret kelimesi seçerek onu kendinizle özdeşleştirmek gibi. Öte yandan iyi Vloggerlar kelimelere tıpkı haber bülteni sunucuları ya da reality show yıldızları gibi vurgu yapıyor ve bu gündelik hayatta pek karşılaşmadığımız bir konuşma dili. Bu sebeple söyledikleri hemen her şeyi tamamen anlıyoruz ve bu kendimizi kaptırabildiğimiz bir deneyim oluyor. Hall şöyle açıklıyor: “Kullandıkları sesli ve sessiz harfler açık bir şekilde telaffuz ediliyor, bu nedenle de tıpkı haber bülteni ya da radyo programı gibi her söyleneni anlayabiliyoruz. Söyledikleri şey standart ve sıradan bir şey bile olsa bu farklı tonlama dinleyicilerin konuya kendilerini daha çok vermelerini sağlıyor.” Bu, karşınızdaki kişinin bir uzman olduğu izlenimi de uyandırıyor öte yandan.

Vloglar modern hayatın reality showları içinde kabul edilmeli, sadece daha kullanışlı bir dijital mecrada yer alıyorlar ve aslında bu da onları daha çekici kılıyor. İzlemek istediğiniz şeyi istediğiniz zaman ve yerde izleyebilirsiniz. Vloglar izleyicilerini o kadar etkiliyor ki izleyici içeriğe ve yapan kişiye duygusal olarak bağlanmış hissediyor, ilk ya da ortaokul çocukları arasında Enis Batur’cular, Reymen’ciler gibi taraftar grupları çıkabiliyor. Her gün içeriği kontrol etme, hayatlarının nasıl olduklarına bakma ihtiyacı duyuyoruz, sanki bir arkadaşımızı ya da akrabamızı kontrol etmek gibi bir şey bu.

Bu, bir işin üreticisiyle kurulan garip bir özdeşleşme ve alaka kurma hali, hani televizyonlarda Seda Sayan’ın bir zamanlar başardığı türden. Ama tabi  bu sosyal medyadaki içerik üreticileri için daha kolay ulaşılabilir bir hedef.

Peki Bu Bir Kıyamet Alameti Mi?

Hayır değil. YouTube’un ve aslında bütün sosyal medya platformlarının bu kadar güçlü olmalarının sebebi neyin popüler olduğunu izleyicinin seçebilmesi. Vloggerların popülerliğinin en önemli sebebi izleyicilerin neredeyse 2009’dan beri aynı YouTouberları takip etmesi, kanalları kendilerini ait bir şey gibi sahiplenmeleri ve sanki başarılarının bir parçasıymış gibi hissetmeleri. “İlk günlerden beri takip ediyorum”, “Ben takip ederken 200 kullanıcısı vardı” böbürlenmelerini hemen her kanalın yorum sekmesinde görebilirsiniz; “Onu biz var ettik, bu günlere getirdik”. Bu, bir işin üreticisiyle kurulan garip bir özdeşleşme ve alaka kurma hali, hani televizyonlarda Seda Sayan’ın bir zamanlar başardığı türden. Ama tabi  bu sosyal medyadaki içerik üreticileri için daha kolay ulaşılabilir bir hedef.

Sosyal medyanın bir topluluğa ait hissettiriyor olmasının akıl sağlığımıza olumlu etki ettiği de söyleniyor uzmanlar tarafından. İzleyicileriyle açık bir diyalog halinde olan vloggerlar kendilerinin çok farkında ve insanların akıl sağlığı üzerindeki etkilerinin de bilincindeler ve hatta bu konular da ara ara konuşulur oldu özellikle İngilizce konuşan vloggerlar tarafından. Bu nedenle vloggerların kendi aralarında geliştirmeye başladıkları etik meseleler var, iletişim dili ve şeffaflık bunlardan bazıları. Henüz ülkemize bu konudaki etik meseleler uğramadı ne yazık ki ama eğer bir trend haline gelirse zamanla gelir diye düşünüyoruz. 

Social Chain’in yöneticilerinden birisi olan Alex Ayin sosyal medyanın bizim psikolojik örüntülerimizi ve davranış şablonlarımızı değiştirdiğini söylüyor, hatta artık geri döndürülemez bir biçimde. “Artık kapatabileceğimiz bir düğme yok. Bu nedenle YouTube’un zararlarını konuşurken bununla nasıl baş edeceğimizi de konuşmamız gerekiyor. Artık insanları dopamin gibi beyin kimyası ve işleyişi konusunda bilgilendirmek gerekiyor. Bir şey izlemenin duygular üzerindeki etkisini ve kendi sınırınızı bilmeniz gerekiyor.”

Ayin’in haklı olduğu bir nokta var: YouTube artık hayatımızın bir parçası. Vazgeçmek mümkün değil. Ama eğer kendimizi eğitirsek ve YouTube kullanıcıları -hem içerik üreticileri hem izleyiciler- bazı etik meselelerde daha bilinçli olursa aslında son derece demokratik bir ortam. Bu mesele Youtuberların ve vloggerların uzak oldukları bir konu değil, Zoella, Casper Lee ve PewDiePie gibi bazı çok kullanıcılı hesapların bu konuda çektikleri videolar var. Eğer ne izlediğimizin bilincinde olursak YouTube açtığı zararları iyileştiren bir platforma dönüşebilir.

Neden Ağzımız Açık Vlog İzliyoruz?

Bu yazıya ilk yorumu siz yazın.