Kız İsteme Ritüeline Yakından Bakalım Mı?

Kız İsteme Ritüeline Yakından Bakalım Mı?


Bir şey soracağım. Kültüre ait her detay muhafaza edilmeli midir? Sadece içine doğduk diye? Ya da kültür hayatta kalsın diye?

Kız isteme ritüeli mesela... Ben içinden hiç çıkamadım, çıkamıyorum bu performansın.

Teorisi de, pratiği de içimde zincirleme sorular ve endişeler doğuruyor. “İçim almıyor” kalıbı geliyor aklıma.

Aksiyonların açıklanması için kullanılan kelimeler, toplumun ve bireylerin bilinç altını ve değer terazisini netçe gösteriyor. Ya da ben öyle görüyorum. Ya da öyle görmekten başka bir şansım olmadı bu zamana kadar.

Yargılarım yok. Sadece sorularım çok.

İsteyen istediği gibi yaşasın ama neyi yaşadığımızı parçalarına ayırıp o parçalara yakından bakmaktan kendimi alıkoyamıyorum.

Bu resmi beraber büyütüp didikleyelim.

“Kız” en başta. Amaç o. Kadın degil, kız. Peki.

 

“İstemek”. Bir talep var. Her talebin tarafları olur. “İsteyen”, “istenen” ve “istenilen” ya da “amaçlanan” şey. Hatta bu aksiyonun bazen tanıkları da olabilir. Performansın yerine getirilmesi için izleyici zorunlu olmasa da böyle bir seçenek vardır.

Bu performans, yetişkin bir kadın ve bir erkeğin hukuki düzlemde birlikte olmaları için kendi topluluklarının önsözü gibidir. Hukuki zeminde işlemler gerçekleşmeden önce, “kız isteme” ile kültür muhafaza edilir.

Burada kadının cinsel hayatının toplum tarafından kabul gördüğü “kız” hitabı kullanılır. Evlenecek erkeğe de “oğlan” denir. Ailelerin temsilcisi erkeklerin “büyüklüğü”nün altı çizilir.

 

Kız istenendir. “İsteyen” ise çoğunlukla yaşı büyük bir erkektir. “Oğlan”ın babası, başka bir erkek tanıdığı ya da akrabasıdır. Hatta bu erkek yüksek ihtimalle bir aile babasıdır. Yani kendi temsil ettiği küçük topluluğun lideri pozisyonundadır. Amaçlanan son, aile kurumunun ve beraberinde gelen kültürel yapının devamlılığı olduğu için bunu en iyi evli bir erkek temsil eder diye düşünülür. Ya da bilinç altından gelen bir inanışla zamanla kültüre bu böyle tezahür etmiştir.

Kendisinden “istenilen” de çok farklı değildir. O da kızın babası ya da yine kızın çevresinden bir başka erkek bir temsilcidir.

 

Bu sözlü anlaşma, kızın aile evinde gerçekleşir ve taraflar oldukça rahatsız bir akşam oturmasına başlar. Bu tuhaf ve natürel olmayan atmosfer, eğer varsa etraftaki küçük çocuk “tanık”lar tarafından epeyce eğlenceli bir hatıraya dönüşür. Yetişkinlerin anlamsız hal ve tavırları karşısında istemsizce kikirderler. Akşamın tek keyif alan katılımcılarıdırlar.

Henüz anlaşma konuşması başlamadan bile tarafların ait oldukları mikro kültür varlığını gösterir. Seçilen giysiler, isteyen taraftan kimlerin katılım gösterdiği ve genel adab-ı muaşeret hususları özenle not edilir.

İstenilen aile, evine varan yetişkin erkek ve ailesinin hediyelerle gelmesini bekler. Kapitalist sistemin girdiği kabın şeklini cıva gibi alması dolayısıyla anlamsızca pahalı olan bir demet çiçek, çikolata ya da yöresel tatlılar popüler hediyelerdir. Tüm bunlar ve daha fazlası istenilen aile tarafından mercek altına alınır ve yapılan tercihler üzerinden isteyen tarafın ekonomik ve kültürel sınıfı değerlendirilir. Aynı zamanda bu hediyeler kız isteme ritüeline olan saygı ve bağlılığı da gösterir.

 

Bu sözlü anlaşma, iki tarafı temsil eden erkeklerin havadan sudan konuşması ve kızın herkese Türk kahvesi ikramı ile devam eder. Söz sahibi erkeklerdir. İki tarafın da topluluğundaki kadınlar çok konuşmazlar. Konuşurlarsa da bunlar o anlaşma ile ilgili değil, pek de mühim olmayan domestik konular ile ilgilidir.

Tüm bunlar yaşanırken erkek olmasına rağmen kız için talepte bulunan erkek de konuşma hakkına çok sahip değildir. Kendi hayatları için bir karar alıyor olsalar da yetişkin kadın ve erkeğin, onları temsil eden yaşlı erkekler kadar “yetişkin” olmadığı varsayılır. Hayati kararlar alındığında yaşlı erkekler bu kararın sözcüsü olurlar.

Buradan sözü edilen toplumların hiyerarşik düzeninde yalnızca cinsiyet ayrımının değil, yaş ayrımının da büyük bir rol oynadığını görüyoruz.

Bu toplumlarda hiyerarşik düzen şöyle gider: en yaşlı erkek, yetişkin erkek, en yaşlı kadın, genç erkek, yetişkin kadın, erkek çocuk, genç kadın  ve kız çocuk.

Bu düzen, sınıfsal ve ekonomik farklılar dolayısıyla her kesimde aynı sıralamada gitmiyor gibi görünse de, toplumun derinlerinde yatan ve konuşulmayan değerler sisteminde günün sonunda bu sıralamaya bir şekilde dönülür.

Akşam ilerledikçe isteyen erkeğin ekonomik durumu ve gelecek planları taraflarca tartışılır. Kahveler içilir. Kız erkeğe tuzlu ya da aşırı şekerli bir fincan kahve ikram eder. Onu içerkenki tepkisi herkes tarafından izlenir - hatta artık gelişen teknoloji ile videoya da kaydedilir - ve sembolik olarak erkeğin olgunluğu ve zorluklar karşısındaki tutumu şaka yolu ile teste tabi tutulur.

Sınavı geçerse taraflar gülüşür ve belki alkışlarlar. Mikro kültür burada yine yüzünü gösterir. Bu ve benzeri semboller kız isteme pratiğinin öne çıkan başlıklarıdır.

 

Acaba bir insanı başka bir insan için talep etmenin bayağılığından mıdır bu huzursuzluk? Bizi içten içe utandıran şey bir ruh taşıyan insanı maddeleştirmenin yanlışlığı mıdır? Bireysel haklara olan saygısızlığımız mı boynumuzu büker? Orasına ben karışmam. Siz çözün.

 

Epeyce huzursuz bir takım lakırdıdan sonra isteyen ailenin temsilcisi erkek şu ya da benzeri sözler eder: “Sebeb-i ziyaretimiz belli. Allah’ın emri, Peygamber’in kavliyle kızınızı oğlumuza istiyoruz”.

Aman ne hoş... Neresinden tutsan elinde kalan bir talep cümlesi.

Dini yargıları ve pratikleri öne sürerek ataerkil kültürü normalleştirmenin mükemmel bir özetidir bu. Bunun geçerliliğini sorgulayan herkes de tam olarak buradan bir karşı argüman duyar. “Evlilik dinin gereğidir” denir. Oysa ki gerekliliğin içine serpiştirilmiş kadını maddeleştirmeden kimse söz etmez.

Bu klişe isteme cümlesi kurulduktan sonra odayı buz keser. İnsanlar birbiri ile göz teması kurmaktan kaçınır. Odanın ortasındaki filin ne olduğu tam olarak açıklanamasa da herkesi bir utanma ve rahatsızlık duyguları sarar. Acaba bir insanı başka bir insan için talep etmenin bayağılığından mıdır bu huzursuzluk? Bizi içten içe utandıran şey bir ruh taşıyan insanı maddeleştirmenin yanlışlığı mıdır? Bireysel haklara olan saygısızlığımız mı boynumuzu büker? Orasına ben karışmam. Siz çözün.

Sonra istenilen erkek cevap verir: “Gençler aralarında anlaşmış. Bize de hayırlısını dilemek düşer. Verdim gitti”.

Elindeydi. Tutuyordu onu. Üzerinde hakkı vardı. Bir insan değil de bir maddeymiş gibi... Verdi ve gitti. Şimdi başka bir erkek hak sahibi olsun diye.

 

Her şey dilde başlar. Kurduğumuz kelimeler ve onların anlamları zamanla ruhumuzun parçaları olur. Öyle inanır ve öyle yaşarız. Kelimeler güçlüdür. Ritüeller daha da...

 

Böylelikle, davranışlar ve ayine dönüşmüş kültürel pratikler ile yeterince anlamadıysa kadın bir de sesli olarak şahit olur kendi içinde bulunduğu gerçekliğe. Bedeni de, kararları da toplumun erkekleri tarafından isimlendirilir, alışverişe tabi tutulur ve kadın bunlar üzerinden var olur. Kız mı kadın mı deneceği bile o iki erkeğin alıp vermesi ile belirlenir. Kendi üzerindeki söz hakkının ne kadar sınırlı olduğunu ikram ettiği kahve ve çikolatayla öğretirler ona.

Bir takım adet nüansları ile kız isteme, toplumun farklı coğrafyalarında çeşitlense de, ana fikir aynıdır. Kadın istenmesi gereken bir varlıktır. Bireysel karar alamaz ve bu kararlarda edilgen taraf olarak kabul edilir.

Akşamın devamı yine mikro kültüre bağlıdır. Kimi zaman bu sözel anlaşmayı bir yüzük takma merasimi takip eder. Hukuksal hiçbir geçerliliği olmayan bu merasim ile taraflar yine yeniden evlenmeye olan ciddiyet ve kararlılıklarının altını çizerler. Burada da yüzükleri yetişkinlere takan ve onları bağlayan kırmızı kurdeleyi - ki o da kadının bekaretini sembolize eder - kesen bir yaşlı erkektir. İyi temennilerini eder ve öpüşürler.

Kimi zaman ise, bu sözel alışveriş yeterlidir. Hatıra fotoğrafları çekilir ve isteyen taraf oradan ayrılır. Amaçlanan “şey”i alma sözüne sahiptir artık. Kadın ile erkeğin birlikteliği kültürel olarak meşrulaşmıştır.

Devamı da tekrar tekrar tarafların birbirlerini küçük detaylar üzerinden test etmeleri ile şekillenir ve anlaşma hala geçerliyse yetişkin çift hukuki olarak bir araya gelir.

Mutlu mu son?

 

En dikkat çekmek istediğim husus kelimelerin gücünü anlamak ve kabul etmek. Her şey dilde başlar. Kurduğumuz kelimeler ve onların anlamları zamanla ruhumuzun parçaları olur. Öyle inanır ve öyle yaşarız. Kelimeler güçlüdür. Ritüeller daha da... Rasyonelliğin ikinci planda olduğu yaşayış biçimlerinde, ki bu alternatiflerinden daha aşağı ya da yukarıdadır imasında bulunmadan belirtiyorum, ritüeller küçük ilahlardır. Onlarsız var olamaz kimi toplumlar ve inanışlar.

Bu eğilim birçok yerde olduğu gibi Anadolu topraklarına da sızmış ve orada kökleşmiştir. Derler ki, Antik Yunan’da her ziyafette insanlar en iyi lokmalarını Olimpos’taki tanrılara kurban etmeden yemezlermiş. Tanrıların insan lokmasında gözü olduğundan değil de, inananlar kendinden önce ulu gördüğü varlık için beslenme ihtiyacını geciktirip ona saygı göstersin diye...

Sembol, ayan olandan daha derine işler. Asıl anlama olan inanç ortadan kalksa da sembolün tılsımı daha uzun süre tek başına var olabilir.

Ritüel, arkasındaki inancı hayatta tutar. Tıpkı ne kadar modernleşme ve bireyselleşmeden geçmiş olsa da ritüeller ile ataerkil toplumdaki kadının konumunun bir erkeğin iki dudağı arasında olmaya devam etmesi gibi...

8 yorum

  • profil
  • profil
  • profil
  • profil
  • profil
  • profil
  • profil
  • profil

Yorum Yaz