Kendinizi 5 Yıl Sonra Nerede Görüyorsunuz?

Kendinizi 5 Yıl Sonra Nerede Görüyorsunuz?


Merhaba,

Sizlere bir adet prosedür olarak formal, renk olarak gri, usul olarak uygun özgeçmişim ile bir adet de orada gösteremeyeceğim ama kendimi özetleyebileceğim bir yazı gönderiyorum.

Ben Merve.

Bu önyazı girişi, daireden içeri girerken Uğur Dündar misali “Lütfen efendim açar mısınız kapıyı?” sözleriydi. Sonra zamanla başka başka şeylere, başka sözler gerekti. Tutulamayacak sözler değildi bunlar ama tutunamayanların sözleri olabilirdi belki. Kelimeler albayım, bazı anlamlara gelmiyor derken Oğuz Atay, benimle birlikte zayıf ve güçlü yönlerini arıyor olabilirdi. Birlikte arayalım.

 

İş çıkarmak, bir insan için çok kolay, olağan ve içgüdüsel bir eylem, iş aramaya göre. Durup bir dünyaya baktığında; yaratılışa tefekkürden önce geliyor çoğu zaman yaratılan kaosa hayret. Ne çok acı var demeden önce; çorbanın acısının ayarından, tişörtlerin yakasındaki etiketin acıtmayacağından, serçe parmağı sehpaya vurunca acısını neyin alacağından emin olmak istiyor insan. O sırada da bir yandan iş arıyor mesela, her ay banka hesabında çiçek açtıracak bir iş. Çok şey mi istiyor?

 

Bu sorunun cevabı hayli belirsiz. Çok eşittir bir şey olmadığından ötürü, kimi zaman iki çocuk çok, iki günlük hazırlık az, iki taşımlık kaynama çok, iki saatlik uyku az oluyor duruma göre. Her şey iç içe, çoraplar ve saklama kapları dışında bu dünyada. İnsanın beyni uğulduyor evet. Hatta beyni uluyor ve dolunay zamanıysa yani çocuklar uyuduysa; yani karanlıksa; yani bir gün yirmi dört saat engelini aşıp da bir eşofman dizi gibi esneyip kendine yeni bir form kazandırdıysa başlıyor insan kendine en uygun işi aramaya.

İş tanımında yazanlarla, tecrübe ve yetenekler nasıl güzel denk gelmiş gibi olur o saatlerde. Aranılan kişi odur, telefonu ve aklı uçuş modunda olsa da. Hikmetinden sual edecek olsa biri kaderin, bu tesadüfe zeval gelir diye "Soru almıyoruz arkadaşlar, teşekkürler" diye geçiştiresi gelir eminim ki o an herkesin. O anlarda fonda  “Sen de yaz yaz yaz” ve adanmışlık ve çalışkanlık ve adam sendecilik ve ne iş olsa yaparımcılık ve bir o kadar da tok gözlülükle gönderir özgeçmişini insan.

 

Sabah olur, güneşinin doğduğunu anlaması için okul servis saatleri ve çizgi film seslerinden daha güzel bir hatırlatıcı yoktur bu dünyada. Evet sabah olur ve olanlar da olur. Bu bir hangover hali midir? Hangover’ın Türkçesi nedir? Bari gece, mülakatı Türkçe olacak ilanlara başvursaydım farkındalığı gelir. Bir ihtimal arama gelir, çok ararsan aradığın şey gelir. Olumlama ya da manifest işleri yeni çıkmışken bu hız bu iştiyak nedir? İki gün sonrasına hazır olabilir misin denir?

 

Bize biraz kendinden bahset dediklerinde cilt tipi ya da adet düzensizliğinden bahsetmeden durabilir misin? En son işinden neden ayrıldın? Ya da kendine en son ne zaman zaman ayırdın? Saçlarını ne yana ayırdın? Eşarbını yan mı bağladın? Sana ayırımcılık yapıldığında gocunmadan dayanır mısın? Hazırlan bu mülakata şimdi sen Bedrin aslanlarıyla değil devrin aç kurtlarıylasın.

 

 

Mülakat hazırlığı tıpkı kış hazırlığına benzer. Yani bazen astarla yüzü arasına sınıf farklılığı girer ve yüz henüz sendikalaşamamıştır bile. Her neyse.

Öncelikle boş bir kavanoz gibi orada duran geçmişimizi, zor günler için ayırdığımız hazırlıklarımızla dolduruyoruz. Hiç olumsuz konuşmuyor, kavanozumuz sulanmasın diye espriler planlamıyor, enaniyet ya da ego ikilisini bu zamana kadar kaşımasın diye söyleyemediğimiz tüm “ben’leri” sıralıyor ve “ben, ben, ben yaptım, onu da ben yaptım, benim yaptıklarım ve yapacaklarım” ayarında kendimizi anlatıyoruz. Kimse yaşımızı ve eşimizi, nereli olduğumuzu ve babamızın bize küçükken hangi öğütleri verdiğini, geçen yaz nerede tatil yaptığımızı ya da ne kadar süredir iş arayıp artık yıldığımızı bilmek istemiyormuş. Buna biraz kırılıyoruz, ama zaten daha önceden kırgın olduğumuz için kırık bir şeyin bir daha kırılmasına denecek bir sözcük de olmadığı için boşveriyoruz.

 

Hazırlıklar sürüyor, gelecek olan kış değil, kasırgalar basmayacak evimizi ocağımızı, kıtlık çıkmayacak; beynimiz kıt değil, nefes alıyoruz ve de veriyoruz. Bunca zamandır almadan verdik, şimdi verince acaba bir karşılık alabilir miyiz hayattan diye deniyoruz. Zaman yaklaşıyor. Arayacak olan kişi yaklaşan zamanla birlikte ve “Ee nasıl gidiyor iş arama filan falan felan” diyen herkesle birlikte, büyük bir kalabalık ve devasa bir beklenti, büyük bir korku ve kocaman bir endişe ile birlikte üstümüze üstümüze arabasını sürüyor. Çünkü onlar şaka yapabilir, bütün yerli ve milli; el ve kol, sulu ya da eşek hepsini yapabilir. E biz de gülüyoruz.

 

Böyle böyle geçiyor ilk görüşme ve diğerleri, nedenleri bilinmez onlarca teşekkür ama sen değilmişsin ama aslında sen sandığımız gibi değilmişsin mailleri düşüyor önümüze. Cevapsız da kalınıyor bazen, cevapsız da yaşar çünkü insan. Cevap, bu hayatın mütemmim cüzü değil; empati kurmak haktan ve herkesin o kadar çok işi var ki insan hepsinin içinde en çok kendini cevap almamaya ve vakit ayırılmamaya layık görüyor belki de. Belki de hepsi birer saçmalık.

Belki de hepsi birer saçmalık. Belki de hepsi birer saçmalık.

1 yorum

  • profil

Yorum Yaz