Kaosun Sessizliğe Bürünmüş Hali: Corona Günlerinde New York

Kaosun Sessizliğe Bürünmüş Hali: Corona Günlerinde New York


Tüm dükkanlar kapalı. Tedirginlikle yürüyen tek tük insan var. Hepimiz yüzlerimizi maskeyle kapadığımız için birbirimizi tanıyıp tanımadığımızdan emin olamıyorum. Bazı maskeler gözüme takılıyor. Bir tanesi ipek bir kumaştan yapılmış, renkleri inanılmaz. Diğeri gotik, karamsar bir desen, ânın duygusunu taşıyor. Endişe ve belirsizlik içinde, uzaktan selamlaşıyoruz. Alışık olmadığım bir New York bu. Gözüm her zamanki o kaotik ortamı, acele içinde oradan oraya koşturan insanları, kokusu dışarı taşan kahvecilerin önündeki kuyrukları arıyor. 

 

Alışık olmadığım bir New York bu. Gözüm her zamanki o kaotik ortamı, acele içinde oradan oraya koşturan insanları, kokusu dışarı taşan kahvecilerin önündeki kuyrukları arıyor. 

 

Kimilerine göre, bu şehir çirkin, kalabalık, pis ve baş ağrıtıcı bir yer. Jean-Paul Sartre 1946 yılında buraya geldiğinde her şeyden nefret etmiş, “le mal de New York” diye tanımlamış bu durumu. Bir an önce buranın karmaşasından kurtulmak istemiş. Sartre’ın gördüğü New York’u bilmiyorum tabii ama en azından ben kendi dönemimde bu şehrin karmaşasını sevenlerdenim. Çünkü burada bahsedilen karmaşa, tanımlanamaz durumlara kucak açıyor, hatta o durumları bizzat kendisi yaratıyor. New York’u benim için çekici hale getiren de tam olarak bu tanımlanamazlık. Elbette bunun da illüzyon olan kısımları, kendine göre çelişkileri var. Ama bu karmaşık yapının gündelik hayattaki karşılığı "anormalliklerimize" biraz daha alan açan, tanımların silikleştiği, salaş ortam. Yolu New York’tan geçen pek çok yazar, şair ve sanatçı birbirinden çok farklı şekillerde anlatırlar bu şehri. O yüzden tek bir New York’tan söz edemeyiz. Yüzeyden uzaklaştıkça yeni katmanlara ulaştığımız ve her katmanın sınırsız ihtimallerle dolu olduğu bir yer. Bu durum biraz baş döndürücü ama büyüsüne kapılmamak da elde değil.

 

Beş yıldır yaşadığım bu şehrin yeni durumuna adapte olmaya çalışırken, buradaki deneyimim üzerine daha çok düşünme fırsatı buldum. Birdenbire eve kapanmak zorunda kalınca dışarıda kalan şehir yoğun bir şekilde ilgimi çekmeye başladı. Her sabah uyandığımda görmeye alıştığım şeyleri görememek, aslında burada ne kadar yabancı konumunda olsam da kendime ait bir rutinim olduğunu farkettirdi. Caddeye canlılık katan sapsarı mangoları, özenle kesip satan Meksikalı kadını göremiyorum mesela artık. Şimdi nerede? Nasıl para kazanıyor? Ya da birkaç blok ötede ikinci el eşyaları yere serdiği örtünün üzerine dizip satan amca. Virüse yakalanmış mıdır? Alışverişlerini yapan biri var mıdır? İki üç günde bir uğrayıp yenilerde neler gelmiş diye baktığım antika dükkanı çok uzun süredir kapalı. Mail adresim ve telefonum müdavimi olduğum mekanların, takip ettiğim etkinliklerin bilgilendirme mesajları ve duyuruları ile doldu. Hepsini büyük bir merak içinde okuyorum. Her şey belirsiz bir süreye kadar durdurulmuş olsa da kendilerine göre stratejiler geliştirerek hayatta kalmaya devam ediyorlar. Sevdiğim bir kitapçı hala online olarak satış yaptığını duyururken, takipte olduğum bir sanat kurumu planladıkları sanatçı konuşmasının ekrandan da olsa yapılacağını haber veriyor. Öte yandan çoğu esnafın durumu hiç de iyi gitmiyor. Brooklyn’deki bir cafe’nin sahibi, çalışanlarını işten çıkarmak zorunda kaldığını göz yaşları ile anlatıyor New York Times’a verdiği bir röportajda.

 

Bir yandan da en çok hayatını kaybedenlerin siyahların ve diğer azınlık gruplarına mensup popülasyonun içinden çıkması Amerika’nın nasıl bir sistem üzerine kurulu olduğunun acı bir ispatı oldu.

 

New York, virüsün yarattığı büyük bir felaketi yaşıyor. Artık tepe noktasına ulaştığımızı fakat bu noktanın uzun bir zaman aralığına yayıldığını söylüyor yetkililer. Hastaları ve ölüleri taşıyan ambulans seslerini duymak, marketlerdeki boşalmış rafları, haberlerde Central Park’ta kurulan kocaman bir çadır hastaneyi görmek. En çok aklıma takılan ise evsizlerin durumu. Bu süreçte virüs nedeniyle hayatını kaybeden evsizlerin ve kimsesizlerin Hart Island’da açılan toplu mezarlara gömülmesi ve buna dair görüntüler bende çok büyük yaralar açtı. Bir yandan da en çok hayatını kaybedenlerin siyahların ve diğer azınlık gruplarına mensup popülasyonun içinden çıkması Amerika’nın nasıl bir sistem üzerine kurulu olduğunun acı bir ispatı oldu.

 

Bütün bunlarla karantina dönemini idare etmeye çalışmak gittikçe daha da zorlaşıyor. Evim dediğim İstanbul’dan çok uzakta ‘başka’ bir şehrin matemini tutuyorum. Bunları deneyimlerken tekrar ve tekrar birilerini ‘başkası’ diye tanımlamanın yapaylığını hissediyorum.

 

Kapak Görseli: Gülsüm Kavuncu

1 yorum

  • profil

Yorum Yaz