Kadını Hatırlamak

Kadını Hatırlamak


 

Utanmak insanın temel duygularından biridir. İnsanı diğer canlılardan ayırmaya yarar. Utanmayan insanlar empati kuramaz, başkalarının hassasiyetlerini gözetemez. Daha ileri boyutuyla utanma duygusu olmayan kişi anti-sosyal yani ağır narsistir. Bu haliyle baktığımızda utanmak son derece sağlıklı bir duygudur. Mahremiyetimizi sağlar ve aynı zamanda bizi koruma işlevi de vardır.

 

Lafa buradan başlamamın sebebi konumuzun kadınlık ve kültürel kodlarımızın belirlediği kadınlık algımız olması. Kadınlık algısıyla utanç duygumuz arasında bütünüyle sağlıklı olmayabilecek bir ilişki olduğunu tartışmak pek çok açıdan bir ihtiyaç gibi görünüyor. Toplumda açığa çıkan birbiriyle taban tabana zıt iki farklı bakış açısı göze çarpıyor. Birisi kadınlığı ve bununla ilgili unsurları bütünüyle toprağa gömmek bir diğeri de teşhirciliğe varan boyutta kadın bedeninin sergilenmesini desteklemek. İki tür davranışın da kendi içinde sosyolojik sebeplerini sıralamak mümkün olmakla birlikte bu uç davranışların kadınlığın doğasına ve yaratılışına aykırı olduğunu söylemek çok zor değil çünkü kadın ne kendini sergilemesi gereken bir metadır ne de gizlenmek zorunda olan utanç verici bir varlık.

 

İslam’da, doğu inanışlarında, Yunan mitolojisinde ortaklaşılan bir konu karşıtların birliği prensibidir. Ölüm olmasaydı hayat da olmayacaktı, iyilik yoksa kötülük de yok, erkek ve kadın da birbirinin karşıtıdır doğada. Eril enerji ve dişil enerji uyum içinde değilse hayatın akışı sekteye uğrar. Dünya bu diyalektik prensip üzerine kuruludur. Hayır ve şer bir aradadır, gazap ve şehvet, eros ve tantanos; biri olmadan diğeri düşünülemez. Hiçbiri diğerine üstün değildir, hiçbiri öbüründen daha değerli görülemez. Birini diğerinden üstün kılma çabasına hizmet eden her şey varlığın dengesini, fıtratı bozar.

 

Kadının doğurgan, aylık döngüye göre yaşayan bir varlık olduğu bilgisi hem modern dünyada hem geleneksel hayatta unutulmaya yüz tutmuş, hatırlamanın da kimsenin pek işine gelmediği bir bilgi.

 

Bizim de kadına bakışımızın, kadınlık algımızın bu manada biraz bozulmaya uğradığını söyleyebiliriz. Tarım toplumlarında ve geleneksel toplumlarda rol dağılımı belirgindir ve sorgulanmaya pek açık değildir fakat modern zamanlarda kadının konumu ve doğası, aslında belli bakımlardan erkeğinki gibi bir problem haline gelmiştir. En basitinden insanın ve doğanın döngüsü, hormonal işleyişi ay takvimine göre işlediği halde modern zamanlarda miladi takvim sistemiyle hayatı sürdürüyoruz. Bunun doğadan kopuşu temsil eden önemli bir sembol olduğunu söylemek mümkün.

 

Kadınlar ayın belli dönemlerinde adet kanaması, regl, hastalık, kirlenmek, menstürasyon dönemi, ay hali, ay başı gibi isimlerle adlandırılan yumurtlamanın, doğurganlığın bir neticesi olan bir kanama yaşarlar. Bu kanama elektrik icat edilmeden önce insanlar ayın ışık hareketlerinden, konumundan etkilendiği için yeni ay zamanına denk gelirmiş fakat şimdi bu döngünün ne zaman ve neye göre olduğunu anlamak tam olarak mümkün görünmüyor. Kadının doğurgan, aylık döngüye göre yaşayan bir varlık olduğu bilgisi hem modern dünyada hem geleneksel hayatta unutulmaya yüz tutmuş, hatırlamanın da kimsenin pek işine gelmediği bir bilgi.

 

Modern hayat bu bilgiyi hatırlamak istemiyor çünkü bu ay döngüsündeki ruhsal ve fizyolojik değişimleri kabul ederse buna göre bir hareket planı belirlemesi gerekecek. Geleneksel aile yapısını sürdürmeye çalışanlar için de kadının aylık döngüsünün kabulü aile içi rolleri gözden geçirmeye muhtaç ve görev dağılımını tartışmaya açacak bir mesele.  

 

Bu şu anki kapitalist sistemde pek olası gibi görünmese de işyerinde kadınların aylık döngüleri olduğu ve bu döngünün zorlayıcı tarafları olduğu bilgisiyle kadına ekstra ayda 3 gün izin vermeyi gündeme getirebilecek bir iş yeri sahibi pek çok açıdan saygı uyandıracaktır. Annelik ve gebelik çok şükür ki hukuki bir karşılık bulmuş durumda ve yasal doğum izinleri söz konusu fakat kadınlık ve kadın doğası o kadar konuşulmaya korkulan bir konu ki her ay kadının yaşadığı ve aslında herkesin de bir şekilde bildiği ama bilmezden geldiği bir hali, toplumsal hayat içinde kadın lehine konuşmayı reddediyoruz. Böylece kadının doğasını da reddetmiş oluyoruz bir bakıma.

 

Pek çoğumuz için her ay yaşadığımız şeyin bize ne ifade ettiği, neler hissettirdiği bile bir muamma. Halbuki her ay yaşadığımız, zihinsel olarak çok olağan kabul ettiğimiz döngü bizi niçin agresifleştiriyor hiç düşündük mü ya da neden ağlamak geliyor içimizden regl dönemlerinde?

 

Her aylık döngüde bir kayıp duygusu, yas, geri çekilme ihtiyacı hissediyoruz, yalnızlaşmak ve dinlenmek önemli bir ihtiyaç haline geliyor bu dönemde. Oysa biz bunun aksine bedenimizin, doğamızın sesine kulak vermeden günlük hayat konusunda her gün gösterdiğimiz performansı sürdürmeyi bekliyoruz kendimizden. Takvimimiz miladi hesapla ilerliyor, her geçen gün her birimiz yaradılışından biraz daha uzaklaşıyor. Kadınlar erkeklere, erkekler kadınlara, insanlar insanlara gittikçe yabancılaşıyor ama herkes işlerini mekanik bir şekilde sürdürmeye devam ediyor.

 

Kadının doğasının hem kadınların kendisi tarafından hem de toplum nezdinde hatırlanması ve toplum düzeninin buna göre şekillenmesi konusunda kadına ait bu bilgiyi dolaşıma sokmak gerektiğini düşünüyorum. Utanç konusuna geri dönecek olursak bir kadın teki için her ay yaşadığı hal mahrem olabilir ve bunu açıkça yaşamak istemeyebilir; bu oldukça doğal ve anlaşılabilir bir istek. İnsan doğası gereği mahremini saklamaya eğilimlidir. Epigenetik olarak utanç duygusu iki yaşını geçen her çocukta aktiflenir. Utanmak sağlıklı olduğumuzun bir göstergesidir. Fakat kadınlığın kendisinin utanılacak bir şey gibi algılanması böyle bir mefhum yokmuş gibi davranmak, kadının doğasını yok saymak anlamına gelir. Bu da toplumda kadının varlığını sürdürmesi için ekstra bir çaba sarf etmek zorunda kalmasıyla neticelenir. Neden yapalım kendimize bu haksızlığı? Doğamıza sahip çıkalım inşallah!

Bu yazıya ilk yorumu siz yazın.