Hat Kesilir, Ya Ses? Bir Telefon Görüşmesi

Hat Kesilir, Ya Ses? Bir Telefon Görüşmesi


 

Geçen hafta bir arkadaşımla, kulaklıkla konuşmanın kablolu telefonlara afili bir dönüş yaşattığından bahsediyorduk. Telefonda ve birer çift kulaklıkla. Yazarken tek cümle ama yaşarken iyi kötü bir paragraflık olay. Kaynayan suya tuz atmak; durmaksızın bakın bakın bana bakın, baktınız mı diye soran çocuğa gülücük atmak, bulaşık makinesinin kapağını bir tekme ile kapatmak, arada tayttan sıyrılıp içeri kaçan telefondan zayıfladığını anlamak şeklinde gelişiyor aslında süreç.

 

Bundan tam kırk sekiz yıl önce de bu olayın bir benzeri Ursula ve Andy arasında yaşandı diye düşünüyorum ama söylemiyorum hattın ve dünyanın öbür ucundaki arkadaşıma. Çünkü gerçek laflamalar, sosyal medya postlarında ya da Reşat Nuri romanlarında görüldüğünden daha farklı. En azından ben; bir özne ile başlayan, ana fikri herkesçe sabit, yüklemi yerinde, fonetik bir gıybete henüz dahil olmadım. Nasıl ki “Rüyalar Kendini Açıklamalı” ise olaylar da kendi akışını kendisi sağlamalı kuralsız ve hesapsızca.

 

Ses kesiliyor bir yerde. Uzun konuşmalarda hep kesilir. İlahi biçimde açılan “İstersen şimdi kapatabilirsin, kapatsan şu an hiç ayıp olmaz.” pop-up’ını görebiliyorum kafamın üzerinde. O ikilem işte başlıyor. Acaba ısrarcı bir şekilde o, “Beni duyuyor musun, sesim geliyor mu?” diye soracak mı yoksa duyduğu yarım yamalak sese doğru “Sonra görüşürüz” deyip kapatacak mı?

 

İkinciyi seç, ikinciyi seç, ikinciyi seç, ikinciyi seç, ikinciyi seç. Seçmez.

 

Çoğu zaman çoğu insan, bu gibi durumlarda soru sorarak zayıf bağlantıyı güçlendirebileceğine inanır. Onca stres aktaran, uzun telefon konuşmalarında bir zul vardır görmek istemez. Maksadı anlatmak ve tepki almaya bağlı olan bu terapi seanslarının dinleyendeki hasılı tek bir şeydir, ilgilenmez. Karşısındakinde travma sonrası stres bozukluğu yoldadır, bilmez.

 

Ses kesilir ve işte o an başlar tepkisizlik hali. Akademideki yeri sahaya iner Te Se Se Be’nin. Beklersin, bağlantıyı ikna yöntemiyle geri döndürebileceğine inanan ve karşıdaki ses çıkarmadıkça umudunun sinyali zayıflayan insana karşı durursun. Nefes alıp verirsin, sesi kapatıp sifonu çekersin belki. Ama beklersin.

 

Duyulan yalnızca ürkek alo alo alo sesleri gibi gözükse de; ardı, hayıflanma ve sıkıntıdan oluşan bir düşünce demeti yine. Çok büyümüşsün cümlesini, senden doğan üçüncü tekil şahsa devredecek denli büyümüş olmak bu konuları bırakır sanıyor insan şahsen. Şahsı adına ve şahsını tanımlandıkça boyutlar azalır beklentisi bu. Katmana alışamamak diye bir tanı var mı tıpta? Alternatifinde de olur. Damar damar üstüne binmesi gibi. Olay olay üstüne binmesi ve insanı arada yoklayan iniltisi.

 

Telefonu kapatıp tekrar birbirimizi arıyoruz, meşgul. İki insanın birbirine yönelmesinin her zaman kavuşmak anlamına gelmediğini yaşayarak öğreniyoruz. Eşit frekans çözüm değil, tamam olmak için bir yerde olmayanı, olanla birleştirmek gerekiyor biliyoruz, işimize gelmiyor. Sonunda telepatik olarak anlaşıp, birimizden birinin beklemesi gerektiğini kavrıyoruz ve yine konuşmaya başlıyoruz. Ursula’nınki gibi kabloları ısırıp bağlantıyı koparan şey, köpeğimiz değildi nihayetinde. Ve biz ne Andy ne de Ursula’ydık. Ged bizden çıkan değil bizdi belki.

 

Seni çok tuttum işin varsa kapatalım diyor arkadaşım, aynı zamanda işlerimi yapmaya devam ettiğimi söylüyorum. Bir yandan da ev işlerinin gerçek bir iş gibi gözükmemesi kaygısı var içimde. Kayda değer bir şey yaptığımdan emin olması için bir yazı yazacağımdan bahsediyorum. Çünkü insan faal iken inansa da; çorap teki eşleştirmenin ehemmiyetinden şüphe duyuyor ara ara. O tonu hissediyorum.

 

Kapatıyoruz ve yazmaya başlıyorum. Bu yazıyı. Yalan olmasın diye, yalan sonrası yapılan işlerin masumiyeti var içinde. Kendine kabul ettirilemeyen şeyler, söylenmeyenler ve akıldan geçenler var. Ama kısaca bir telefon konuşması diyebilirsiniz siz. Bakınca öyle çünkü ama yaşarken değil.

Bu yazıya ilk yorumu siz yazın.