Dalga Dalga Feminizm: Sizinki Hangisi?

Dalga Dalga Feminizm: Sizinki Hangisi?


“Feminizmin tam olarak ne olduğunu hayatım boyunca çözemedim: Sadece biliyorum ki beni paspastan ayıran düşünceleri ifade ettiğimde bana feminist deniyor.”

Rebecca West

 

Feminizm bu toprakların yumuşak karnı. Halkımızın en katlanamadığı ve küfür yerine kullanmaktan hiç çekinmediği bir kavram. Geçen yıl  Kasım ayında Cumhurbaşkanlığı hesabından Kadem’in aileyi güçlendirme konulu bir toplantısı ve ardından mecliste konu ile ilgili görüşülen yasa hakkında bir twit atılmıştı. Twitin altına yazılan yorumlarda Cumhurbaşkanı’nı feminist olmak suçlamasıyla BİMER’e şikayet edenler olmuştu. Şimdi o twit yoruma kapatılmış ama eminim bir yerde ssler vardır. Yani halkımızın gerçek anlamda dur dediği yer feminizm. Feminizmden ne anlaşıldığı da biraz meçhul. Yer yer anlaşılan, bir tür kadın tiranlığı ya da bütün şirretliğiyle kadınların erkekleri bir tür köleye çevirmesi. Kadınların eğer başlarında bir erkek otoritesi olmazsa tamamen ahlaksızca ortalara döküleceği ve ailesini, çoluk çocuğunu öylece terk ederek serseri bir hayat yaşayacağı. Bu tartışma hararetli üyeleriyle “süresiz nafaka” karşıtları ve “kadınlar çalıştıkça aile düzeni bozuldu”cular tarafından sürekli körükleniyor. Biz biraz daha meselenin tarihine bakmak, hangi olaylardan ve tartışmalardan bugünlere gelindi görmek için, biraz da içeriden feminizmi anlamak için dalgalara ve dalgasız limanlara bakmak istedik. Nedir bu dalga dalga üzerimize gelen “Feminizm” ve ne işe yarar?

19. yüzyılın sonlarından 21. yüzyıla gelirken yaşanan keskin toplumsal değişmelerden en çok nasibini alan aile kurumu ve dolayısıyla kadınlar oldu. Bu aslında hem olumlu hem de olumsuz anlamda yaşanan bir değişiklik. Sanayi Devrimi sonrası artan işgücü nedeniyle fabrikalarda çalışan kadınlar erkeklere nazaran sömürüye daha açık oldular ve sömürüldüler de. Feminist hareketin yoğun mücadelesi kadının toplum ve aile içindekini yerinin tartışılması ve nihayetinde bir nebze iyileştirilmesi yönünde önemli katkılar sağladı. Oy hakkı, doğum izni, eşit maaş (ki bugün hala tartışılan bir konu) aile içi şiddet ve eğitim hakkı gibi temel hakların yasal olarak elde edilmesi zaman aldı. Ardından, 2000’ler itibariyle kapısını araladığımız yeni tartışmalar ve hala sırtımızdan yükünü atamadığımız, bir türlü çözümünü bulamadığımız kadim sorunlar var. Feminist teorisyenler genel olarak düşünceyi kısımlara bölerek incelemenin meselenin özüne aykırı olduğunu iddia etse de gündelik yaşam pratiklerine yönelik tutumlar ve bakış açısındaki farklılaşma aslında bu ayırımı kendiliğinden doğuruyor. Elbette temel tartışma kadın ve erkek arasındaki biyolojik farkların gerektirmediği halde kategorik ve hiyerarşik bir ilişkiye sebep olmalarına karşı çıkan politik söylem. Şimdi politik demişken, hep bir ağızdan tekrar ediyoruz: “kişisel olan politiktir.”

 

 

Feminist Dalgalarda Sörf

Kabaca 19. yüzyılın sonu ile 20. yüzyılın başları olarak sınırlarını çizebileceğimiz 1. Dalga feministlerin temel hedefi ataerkil siyasal düzenin değişmesi ve kadınların kanuni eşitliğe sahip olmalarıydı. Bu çerçevenin öncesinde İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi ve Amerikan Bağımsız Bildirisi ile gelişen yaşamdan doğan doğal haklar doktrinine değinmek gerek. Kadınların bu doğal hakların neresinde olduğunu sorgulayan Wollstonecraf ve Seneca Fall gibi kadınlar temel haklar konusunda kadınların erkeklerden bir farkı olmadığını savunuyordu. 140 Journos tarafından çekilen kumalık üzerine bir belgeselde karısının üzerine kuma getiren bir adamın söyledikleri düşüyor insanın aklına: “Bu kadındır, ne versen onu yer, ne versen onu giyer”. Oy kullanırken kocası tarafından neye basacağı sıkı sıkı tembihlenen kadınlar hala varken, galiba yasal haklar savunusunun yerini toplumsal konulara bırakması yerinde olmuş.

2. Dalga Feminizm daha şiddetli tartışmalara sahne oldu ve gelişmiş ülkelerle dünyanın geri kalanı arasındaki makas bu dönemden sonra ciddi ölçüde açıldı. Hukuksal anlamda elde edilen eşitlik yaşam pratiklerine bakıldığında hiç de elde edilememiş durumdaydı ve artık ev içi eşitlik, kadının kendi emeği ve bedeni üzerindeki hakkı gibi konular tartışılıyordu. 1960’lı yıllar feminizm için olduğu kadar jinekoloji için de önemli yıllardı, doğum kontrol yöntemleri ve kürtaj artık hem mümkündü hem de değildi. Elbette yasal ve toplumsal kısıtlılıklar yüzünden. Burada yaşanan kürtaj tartışması kadının koşulsuz olarak bedeni üzerinde hak sahibi olduğunu iddia ediyordu. Simone de Beauvoir’ın “Kadınların kurtuluşu karınlarından başlayacak” sözleri bir slogana dönüşmüştü. Kürtaj konusu ve özellikle dini bağlamı kadar kadınlar üzerindeki etkileri Türkiye için de her daim hararetli bir tartışma ortamı yarattı, yasal olarak mümkün olan kürtajın hastanelerde pratikte engellendiği söylendi. Kürtaj cinayettir, anası ölsün çocuğa devlet bakar dendi. Bunların hiçbirisi bir bedene Allah’ın emaneti olan can düşünülerek veya işin fıkhi boyutu bakımında söylenmiş sözler değildi. Öte yandan 97 yılında Hayat Vakfı’nın ön ayak olduğu bir çalıştayla "Yaşama Hakkı Kürtaj Projesi” düzenlendi ve bebeğin gerçekten ne zaman ruhunun üflendiği, kalbinin attığı, hangi koşullarda kürtaja dinen izin verileceği belki de ilk defa o zaman dile getirilmeye başlandı. (ki burada Batı feminizmi tartışılıyor, ama şu yazıda Müslüman ülkelerde feminist mücadeleyi okuyabilir, şurada da Batı’nın uzağında kalan feminist tartışmaların neler olduğunu takip edebilirsiniz)

Aynı anda işten eve döndüğünüz kocanız televizyonun karşısında koltuğa oturmuşken siz ellerinizi yıkayıp mutfağa yöneliyorsanız burada bir anormallik vardır. Size bunu yaptıran, eşinize dinlenme hakkı verirken ev işlerini üzerinize zimmetleyen şey ikinci dalga feminizminin düşmanıdır.

Bugün hala kullanılan kız kardeşlik argümanını bu döneme borçluyuz. Kadınların bir tür bilinç yükseltme ile kadınlığını farklı yaşam tarzları, sosyal kültür ve dünya algısına rağmen ortaklıkta buluşturabilmeleri anlamına gelen bu kız kardeşlik mefhumu, çoğu zaman tökezleyen, kolaylıkla birilerini kız kardeşlik kültünün dışında bırakan bir sisteme de dönüşebiliyormuş halbuki. Üretilen kuramlar kadınların tarihsel ve psikolojik deneyimlerden kendilerine güç kaynağı olabilecek yanlar bulup tanımlamalarına kadar gidiyordu. Bu dalganın belki en önemli özelliği toplumun dönüşümünü hedefleyen radikal, reformcu ve kapsamlı taleplerinin olmasıdır. Temel hedef elbette ataerkinin bütün kurumlarıyla yıkılması, daha eşit daha adil bir dünya. Bunlar bugün elbette hala tartıştığımız konular. Aynı anda işten eve döndüğünüz kocanız televizyonun karşısında koltuğa oturmuşken siz ellerinizi yıkayıp mutfağa yöneliyorsanız burada bir anormallik vardır. Size bunu yaptıran, eşinize dinlenme hakkı verirken ev işlerini üzerinize zimmetleyen şey ikinci dalga feminizminin düşmanıdır.

 

 

3. dalga feminizm ise 2000’lerden itibaren daha görünür olan azınlık grupların yani beyaz da olmayan kadınların, azınlıkların, LGTB+ bireyler için de eşitlik mücadelesinden oluşuyor. Özellikle dil alanındaki cinsiyetçiliğe odaklanan ve mikro-politik alandaki temsillerin toplumdaki adaletsizliğin temelinde olduğunu düşünen 3. Dalga feminist teorisyenler reel hareketlere ve sarsıcı dönüşüme en az ikinciler kadar inanıyor. 90’lardan itibaren tartışılan aktivizm üçüncü dalga ile birlikte kadın mücadelesinde karşılığını buldu. Kadınları sınırlandıran ve baskı altında tutan bütün toplumsal pratiklerin dogmalarda ve zihinlerde var olduğu düşüncesinden hareketle sarsıcı aktivist eylemler ve sıra dışı protestolar düzenlendi. Kadınların genellikle cinsiyet, sınıf, ırk gibi eril yapının genel ilke ve aygıtları tarafından bölünerek birbirinden koparıldığını ve kolektif bilinç kazanamadığını savunan teorisyenler deneyimlerin aktarılmasına inanır ve bu nedenle örgütlülük önemlidir. Ayrıca özgür fikirlerin ifade edilebildiği ortamlarda kişisel olan siyasal olana dönüşür ve teorik açılımlar yapılabilir. Postmodern ya da post yapısalcı kuramların feminist akım içinde en etkili olduğu ve özellikle kadın sorunları bakımından pratik kadar zihinsel yapıların da hedef alındığı bir dönemdir bu. Genelleyici kadın sorunundan ve soyut taleplerden çok bireysel düzlemde kadını birebir etkileyen ve ilgilendiren sorunlar özellikle gündemde yer alıyordu. Hem bir cinsiyet hem de artık bir kimlik olarak görülür kadın meselesi, bu kimlik kartı sayesinde artık azınlıklar gibi ötekilerle omuz omuza ve birlikte mücadele verilebilirdi.

 

Diğer bir deyişle 2. dalga feminizmin en net talebi eşitlik ise 3. Dalgada artık talep, farklılıkların kabul edilmesi. Erkek gibi davranma zorunluluğu olmadan, bir kadın olarak var olma çabası. 80’lerin takım elbisesiyle işe giden feminist kadın imgesi artık yerini etnik kıyafetlere bıraktı. Her kadının farklı baskı ve ezilmişlik sorunlarının olduğunu, bunları görünür kılarak sürekli daha da artıran ekonomik kalkınma, az gelişmişlik, çevre sorunları, sosyal eşitlik, sosyal gruplara saygı, adalette eşitlik gibi sorunlara da feminist bir bakış açısı getirildi. Artık pozitif eşitlik denen şeyden bahsediyorduk. Çünkü halihazırda güçsüz bırakılmış kadınların erkeklerle eşit duruma gelebilmeleri için sadece rahat bırakılmalarının yetmeyeceği anlaşılmıştı, desteklenmesi talep ediliyordu. Sonuç olarak dünden bugüne feminist mücadele aslında ilmek ilmek dokunan bir mücadele, eleştirilecek onlarca yanı olması bu kuramın içinde insan olmasından kaynaklanıyor, feminizmin kendinde bir canavar olmasından değil. Son olarak; eğer ne okuyayım diyen varsa şöyle alalım: Kızlarımıza Bırakacağımız Kitaplar

Bu yazıya ilk yorumu siz yazın.