Canım Yavruma Tahammülüm Bitti

Canım Yavruma Tahammülüm Bitti


Çevre baskısı bir yere kadar. Biliyoruz ki her çocuk, kendi ebeveynlerinin bizatihi katkısı ve katılımı ile doğar. “Eskiler arka arkaya combo yaparken şimdiler pek düşünüyor efendim” ithamı üzerine söylenecek pek söz yok. Yapacak bir şey de. Biz sokaklarda oynardık, komşudan çıkmazdık, oyuncak bilmez taşlardan legolar yapardık, klişeler klişesinden bir kuple. Olanlar oldu.

 

Dışarıda çalışan annelerin vicdan sızılarına merhem olan, evde ücretsiz çalışmaya devam edenlerin fedakarlıklarını kocalarının aklına kazıyan güzide karantina günlerini eda etmekteyiz. Başlarda bir kandırmaca ile içten içe çoğumuzu saran “evdeyim, oley be” halinden pek eser kalmadı gibi. Zira zamanın kalitesi, 1. sınıf replikaya; eşlerden beklenen minnetin, insanı cinnete sürükleyecek hale dönüştüğü kırılma anları yaşanıverdi bir çırpıda. Burak Kut’a yapılacak atıf için bile erken, henüz herşey yaşansa da saygısızlığa dair; biten bir şey yok. Bu hal ne zaman biter belirsiz, dol karabakır dol.

 

elindedir şişesi içindedir neş'esi
nerde kaldın gelmedin ciğerimin köşesi

dol karabakır dol dol dol
yarimin kölesi ben olaydım kulpuna kadar dol

kazdım kazdım kum çıktı kum dibinden su çıktı
yazık oldu beş bine aldığı kız dul çıktı

 

Münasebetsiz bir sonla biterek insanı sükut-u hayale uğratan tek şey Bedri Rahmi’nin bu şiiri değil. Ev günleri de bu konuda bir hayli maharetli ve özellikle çocuklar konusunda pişman olmaya dair tükürüklü sözleri hatırlatmakta sinir bozucu bir şekilde uzun dilli.

 

İlk günler güzeldi, tıpkı "Tavuk Suyuna Çorba, İçimizi Isıtacak Hikayeler" gibi sempatik anlar yaşanıyordu evlerde ve bu anneliği sefahate boğacak şekilde çok satardı. Kaliteli aktivitelerin ardı arkası kesilmeden, online bale kursları, Instagram canlı yayınında fen laboratuvarları ve selo bantlarla parke yapıştırmaları derken vakit geçip gidiyordu. Oyuncakların hepsi verilmiyor, her gün birlikte yeni bir oyuna başlanıyor ve canımız yavrumuz dalıp gidince usulca kaçılıveriyordu. O da e insanı kahredecek değildi ya 4-5 saat oynuyordu yerli yerinde kendi kendine. Siz de o esnada keyfe keder karantinanızı dört dörtlük tatil eyliyordunuz. Lafta. Safsata. Olmaz hayatta.

 

Gerçek hayatta olmaz öyle şeyler. Bakınca insanın kolaya bile “Bunu ben de yaparım ne var ki” diyesi geliyor ama sonuçta reklamlarda vaad edildiği gibi mutluluğa kapak açmıyor, bizzat kapağın kendisi oluveriyoruz çoğu defa. Yani bir yerde malzemeler bitiyor. Madden değil manen bitiyor. Her gün hemen hemen aynı saatte uyanan çocuk yine aynı saatte uyanınca insana farklı bir haller geliyor. Her gün video izlemek için aynı ısrarı yaparken yavrunuz, bu kez farklı bir hararet basıyor. Bir şeyler oluyor, durun bulutlar gitmeyin henüz hayal bitmemişti derken sağanak yağmurlar şimşekler başlıyor. Hayır!

 

Tahayyüller de tahammüller de sona yaklaşırken değişen tek şey alınan kararlar oluyor çoğu kez. Annesiyle ya da babasıyla karantinadan ötürü birlikte olamayan ya da yine karantinadan ötürü ziyadesiyle olan ve artık doyan çocuklar da dahil hiçbir şey yapamıyor oluşun yorgunuyuz. Hani hapishane filmlerinde gedikliler çömezleri uyarır en başında; spor yap, yoksa yorulmadığın için geceleri rahat uyuyamazsın, diye. Kimsenin aklında hatırlanmaya dair bir anekdot olarak kalmaz bu. E bu; çocuğu parkta haşat et evde bayılsın kuralıdır çünkü, sıradan. Şu an işletememekten ötürü faizi yeni bırakmış varyemez gibi anneleri delirten o altın kural. Neredesin?

 

Nasıl ki ayrı evler ve ayrı aileler içinde insanlar, büyük ölçüde birbirine benzer eylemler ve tepkiler veriyorsa, bu patetik durum altında da insan olma paydası gibi fazlasıyla genel haleti ruhiyemiz. Durumun kapsayıcılığı ve geçiciliğine tutunmak zorundayız. Söze konu olacak daha önemli hadiseler varken Tchaikovsky'nin 6. Senfonisi’ndeki sakinliğe ve gerilime teslim olmak yersiz. Aynı isme sahip Beethoven sonatı varken neşeden uzaklaşmak gereksiz. İkisinin adı da patetik, durumumuz da. Ama biz şimdilik Beethoven’dan yanayız. Neşe ve umuttan.

1 yorum

Yorum Yaz