Babamız Biraz Hassas

Babamız Biraz Hassas


Mervelerdeyim. Umut deli bir Beşiktaş hayranı ve Asaf da ve tabi Musa da.
Televizyonda maç var; Beşiktaş, Başakşehir. Başta her şey tatlı. Ben bile soru sorabiliyorum. Dembaba mı? O hala oynuyor mu, futbol hala popüler mi, genç kızlar futbolculara aşık olabiliyor mu? Sonra futbolcu aşklarımızı sayıyoruz. Her şey çok güzel. Tek sıkıntı Beşiktaş’ın yediği bir gol. İkinci yarı başlıyor. Şimdi sofradayız. Merve her zamanki gibi müthiş pişirmiş. Ama gerginiz. Umut Asaf’a kızıyor, Merve’yle tatsız konuşuyor. Gerginiz. Ben de gerginim. Çünkü galiba gol olmuş. Çünkü galiba “babamız”ın morali bozulmuş.


İkinci gol de geldi ya da biz gol atmak için bekliyoruz. Çünkü “babamız” hangi takımı tutuyorsa o takımın kazanması için dua etmeliyiz. Ve sakince beklemeliyiz. “Babamız”ı üzmemeli, onu meşgul etmemeli, ona soru sormamalı ve hatta hiç ses çıkarmamalıyız. Biz bazen yok olmalıyız. Ama sesimiz ve görüntümüzle, sunduğumuz hizmet o anlarda bile olsa devam etmeli. Çay eksik olmamalı mesela, normalde kurduğumuz eşitlikçimsi ilişkinin ise esamesi bile okunmamalı. O anlar, babamızın “baba”lığının fırladığı anlar.


Sonra bir anda ben “Aa siz gerçek bir ailesiniz” dedim. Gözlerim doldu. Buraya kadar yazdıklarımı Merve’ye sordum. Doğruydu. Hakikaten de böyleydi. Maç vardı, babamız bir maç tutkunuydu ve biz sessiz olmalıydık. Babamı hatırladım. Bu akşam yaşadıklarımızdan daha ağırını yaşadığımızı. Fenerbahçe ya da Bursaspor gol yerse evdeki bağırış sonra sessizlik. Kardeşimle odadan çıkmak arzumuz. Annemin yatak odasına çekilme saati. Ama şimdi bir gariplik var; çünkü ben bu akşam yaşadığım sessizlikte, çocukluk evimdeki sessizliği görüyor ve özlüyorum. Sofradan kalkıp bulaşıkları toparlarken, bu nostaljinin göründüğü kadar tatlı olmadığını fark ediyorum.

“Babamız”ları düşünüyorum. Milyonlarcalar. Etraftalar. Evdeler. İş yerindeler. Meclisteler. Belediye başkanılar, şirket patronular. Onlar bizim “babamız”lar. 

Öfkeleri, sebebi ne olursa olsun kutsal. O öfke ki, bazı evlerde geçene kadar sessizce beklenen, bazı evlerde şiddetle sonuçlanan, bazen annenin ya da evdeki ergenin kavgayı tırmandırmasıyla büyük kırılmalara yol açan öfke… Bu öfkelenme hakkıyla birlikte, yürütmeden asıl kimin sorumlu olduğunu yüzümüze vuruyor o babamızlar. Bir toplantı masasında, işler yolundayken yürüyen eşitlikçi ve eşdeğer ilişki güç sahibi erkeğin öfkesiyle nasıl tuzla buz olabiliyor. Çünkü, toplum kocaman bir aileden ibaret ve bazı akşamlar maç akşamı, derbide gol yeniyor…

Sinirleri biraz hassas.

 

...

Bu yazıya izolasyona girmeden önce başlamıştım. Aynı minvalde devam ettirip babalardan bahsedecektim ama artık başka bir şeyin içindeyiz. Yazdıklarımsa anlamını yitirmedi. Aksine, başka bir boyut kazandı.

Nagehan Alçı bir röportaj vermiş, eşi bir kitaba çalışıyormuş ve kendisini odasına kapatıp kadını çocuklarla ve evle yalnız bırakıyormuş. İzolasyon sürecinde kadın cinayetleri artmış, şiddet çoğalmış. Babamız ve annemiz bir eve kapanmış. Herkes eşitmiş.

İnanabiliyor musunuz buna, herkes eşitmiş. Herkes çok sıkılmış, herkes korkuyormuş, herkes bekliyormuş. Ama en çok babalarımız hassasmış.

İşlerini kaybetme riskiyle karşı karşıya, evi nasıl geçindireceğini düşünen babalarımızın sinirleri biraz bozulmuş.

O geçindirilme kaygısının uykularını kaçırdığı evlerdekilerin söz hakkı pek yokmuş.

Bazen, sabahı zor bulunan bir şiddet akşamında, bazen asık suratlarda ve normalde izin verilen oyunların yasaklanmasında, çocukların odalarına kapanmasında örtükmüş bu babalarımız.

Annelerimizlerin iki çarşı pazar gezmeleri, ofisteki bir kahve arası, mutfaktaki dedikodusu nereye kapanmış?

Karantina, kapalı kapılar ardında yaşananların o kapıların mühürlenmesiyle daha da kapandığı, babalarımızdan iyi olanların mutfakta ekmek hamuruyla poz verirken poz vermeyi bilmeyenlerin keyfine kaldığımızı söylesem, çok karamsar olur mu?

Babamız biraz hassas. Ama bir saniye hani hassas olan bizdik?

 

1 yorum

  • profil

Yorum Yaz