Işıldamasam Olmaz Mı?

Işıldamasam Olmaz Mı?


Işıltılı bir cilt, her zaman fit bir vücut, derin bakışlı iri gözler, hatları belirgin bir yüz ve her zaman genç bir vücut, dinamik bir tarz, koşturmacalı bir hayat ve asla yorgun görünmeyen kadınlar. Gerçekten kendimize bunu mu reva görüyoruz? Cilt konusu uzun süredir hem zihnimi hem cüzdanımı meşgul ediyor. Yani işler öyle bir noktaya geldi ki istediğim uygulamaları yaptırmak için ya kredi çekeceğim ya da cildimin istediğim kadar yani tam olarak ışıl ışıl olmayacağı gerçeği ile yüzleşeceğim. 35 yaşındayım. İki çocuk doğurdum ve doğurduklarıma bakıyorum. Bu ne demek biliyorsunuz değil mi? Bakmak fiilinin önüne çocuk eklenince o fiil bir anda infilak edip evin her yanına, hayatın en mahrem köşelerine dağılır. Yani stres, gerginlik, kısıtlı zaman ve koşturmaca demek olur biraz da. Dolayısıyla evet yaşlanıyorum. Yani, nasıl yaşlanmayayım ki İNSANIM NETİCEDE. Bir noktaya kadar az makyaj, genç gösteren giyim ve renklerle idare ettiğim hayatımda bir dönüm noktasındayım sanırım. Üstelik durup düşününce bununla ilgili bir sorunum yok, yani kendimi rahat bıraksam 35 yaş kırışıklıklarını da 40 yaş kaz ayaklarını da sevebilirmişim gibi geliyor. O zaman neden sürekli solgun cilt, lekeler, izler, kırışıklar ve aslında bunların ima ettiği yaşlanma-güçsüz düşme haliyle savaşıyorum ki. Bunu düşünürken ve biraz da Google araması yaparken “güzellik” meselesinin kültürel kodlarını konuşmak gerektiğini düşündüm.

Güzellik tanımını değiştirelim.

Kulağa ne kadar tatlı geliyor değil mi?

Tanımları değiştirelim ve bu mesele kökünden çözülsün, güzel olmaya harcadığımız zaman ve kaynağı dünyayı kurtarmaya harcayalım, buzullar erimesin, çocuklar ölmesin ve bütün dünya el ele kardeşlik şarkıları söyleyerek dans etsin. Ama Barbie bebekleri ve Kardashian’ların telefon ekranıma sığmayan bazı yerlerini ne yapacağız? Telefonlarımızdaki dizi dizi photoshop uygulamalarını ve her mahallede bir mafya gibi köşe başlarını tutan ve her indirim zamanı uğruna savaşa girmeyi göze aldığımız Gratis’leri?

Bence maruz kaldıklarımızdan sıyrılmak artık imkansız, telefonu ve televizyonu kapatmanın ihtimali yok. Eğer siz de benim gibi üzerinize yığılan bu gençlik-güzellik zorbalığından yorulduysanız ve şikayetçiyseniz birkaç önerim var. Bu kadar büyük öneriler değil, dünyayı falan da değiştirmeyecek. Kendimizle kurduğumuz ilişkiyi belki değiştirebilir ama daha önemlisi kendi çevremizi değiştirebilir. Çünkü biz toplumun parçası olarak sürekli şikayet ettiğimiz güzellik standartlarını tekrar tekrar üretiyoruz.

Sosyal medyada ya da çevrenizde değer verdiğiniz, takip ettiğiniz insanlar hakkında bir düşünün. Sadece güzel ve genç olduğu için peşine düşmüş olabilir misiniz acaba? Eğer öyleyse bırakın. Zavallı kadının da kendisini sadece bedeni üzerinden tanımlamasına bir tuğla da siz koymayın.

Konuştuğunuz kelimelerin gerçekliği yansıtmasına izin verin. Ne demek biraz ödemim var? Kilo o arkadaşlar… Ödem diye bir şey yok. Kilo almak ayıp değil, günah değil.

İnsanları eleştirdiğiniz kelimelere dikkat edin. Eleştiri derken aslında “gömmek” demek istiyorum. Sınıfta gıcık olduğunuz kızı ya da sosyal medyada bir figürü dış görünüşüyle “eleştirmeyin” vay efendim cildi çok bozuk diye dedikodusunu yapmayın. Kylie Jenner gibiler cildim bozuktu, psikolojimi bozdunuz bakın bu ürünü kullandım geçti diye işi paraya döker, olan garibana olur.

Herkes güzel değil. Herkesin güzel olması güzelin tanımına ters. İstatistiksel ve genetik olarak mümkün değil bu. Bunu kabullenin ve bu bilgiyle ne yapacağınızı bulmaya çalışın. Disney’in İnanılmaz Aile diye bir çizgi filmi var belki bilirsiniz. Bir bölümde süper kahraman anne Helen oğlu Dash’i süper güçlerini kullanmamaya ikna etmeye çalışıyordu.  Oğlunun arkadaşlarına karşı üstün hissetmemesi ve biraz mütevazi olması için eğitmeye çalışırken şöyle bir cümle kurdu “Herkes özledir”. Dash gözlerini kısıp annesine dedi ki “E o zaman kimse özel olmaz ki”. Bu sahne aklımda kaldı çünkü bence çok iyi bir noktaya parmak basıyor. Her meselede kendimizi ve birbirimizi ihtimaller ve imkanlar konusunda pohpohladığımızı düşünüyorum. Güzel olmak herkes için mümkün bir ihtimal olunca güzel olmamak o kişinin suçuymuş gibi oluyor sentaks gereği. Yapmayın, biraz Dash’leşin, gözlerinizi kısarak bakın Instagram’a ve “O zaman kimse güzel değil demektir” deyin. Ya da isterseniz hangi photoshop programını kullanıyorsunuz diye yorum atın, siz bilirsiniz.

Zihninizdeki güzellik algısının kaynağını bulmaya çalışın. İnsan kendi kendisinin doktoru olabiliyorsa psikoterapisti de olabilir bence. Acaba hangi dizide sarışın bir model saçlarını savuruyordu tam bilinçaltınız oluşurken -sanki bir anda oluşuyor gibi oldu cümle ama anladınız bence-. Ya da neler birikti zihninizde büyürken, bir düşünün. Güzel dediğimiz şeyler; - hem kadın hem nesne bazında- çağlar boyu değişmiş, bunlar defalarca sosyal medyaya ilginç bilgiler olarak düştü. Sonuçta demek ki kültürel bir algı. Bunlarla barışalım artık ve çözelim diye düşünüyorum.

Kendinize sorun, neden en güzel olmayı, daha genç olmayı arzuluyorum? Neyin eksiğini kapatacak bu? Kapatacak bir eksik var mı gerçekten? Olduğum gibi kalıp kendimi rahat bırakamaz mıyım?

Burada durmak istiyorum. Güzel kadınların içi boştur, güzel kadın aptaldır diye bir önermem yok yanlış anlaşılmasın. Sadece bu meselenin genetik ve imkanlar gibi iki pek de elde olmayan faktörle bağlantısını hatırlatmak ve aslında neden bu kadar ışıltılı olmak zorunda hissettiğimizi düşünmek istedim. Düşünürken de yazmış oldum bir bakıma. Eğer bu konuda önerileriniz varsa lütfen yoruma yazın, birlikte düşünelim.

 

Bu yazıya ilk yorumu siz yazın.