Hepiniz Pek Şahanesiniz

Hepiniz Pek Şahanesiniz


Lohusayım.

 

Son yedi senede tam üçüncü kez.

 

Geçtiğim yolları arıyor gözlerim ama bu çaba nafile.

 

Her biri başka. Her çocuk başka. Her lohusalık başka.

 

İlkinde asker ocağına kaydoluşumun ertesi günü komando birliğine verdilerdi beni. Ben diyeyim iki, siz deyin üç sene süründüm. Uykusuzluktan, yorgunluktan, kolikten, yalnızlıktan, anlaşılamamaktan, o yağmurun sadece benim üzerime yağdığını zannetmeklerden, Sabiş de delirdi diye farzetmelerini deliler gibi istediğim o genel izleyici kitlesinin önünde aslında hiç delirememeklerden ve hiç geçmeyecek sanmaklardan dolayı epeyce süründüm. Kırkı uçunca uçup gitmeyen o hallerden, dünya üzerindeki her bir şeye daha fazla ihtiyaç duyan o bebeğin annesi olmaktan ve en çok da herşeyoloji uzmanı herkeslere derdimi anlatmaya çalışmaktan bitap düştüm.

 

Uyumuyordu. Hep emmek ve kucağımda olmak istiyordu. Uyumadığı, emzirilmediği ve kucakta tutulmadığı diğer tüm dakikalarda ve daha doğrusu saatlerce falan ağlıyordu. Bu sırada takdir edersiniz ki benim haricimde herkesin bir fikri vardı. Akrabalar, misafirler, komşular, sokaktaki teyzeler ve hatta hiç doğurmamış ve doğurmayacak olan tüm erkekler, daha önce anne olmuş kadınlar ve herkes sormaya mecalimin dahi olmadığı bu tüm harikulade fikirlerini durmadan üzerime boca ediyordu. Fikirler en çok bebeğin aç olduğu, gaz sancısı çektiği, sütümün yetmediği, benim gerginliğimden etkilendiği ve "eskiden şöyle yapardık…"lara uymadığım için böyle olduğu konu başlıklarında yoğunlaşıyordu. Fikirler öyle bir havada uçuşuyordu ki işbu herkesler yapmam ve yapmamam gerekenleri yüksek sesle ve sürekli söylüyordu. Ve bunları o kadar çok söylüyorlardı ki -doğumdan sonra ikinci gün öğlen eve gelmemle başladığım odamda sessizce ağlama seanslarımda- ben durmadan benim haricimdeki herkesin bu işi bildiğini bir benim bilmediğimi, asla öğrenemeyeceğimi, bu işi hiç beceremeyeceğimi düşünüyordum. Düşündükçe daha çok ağlıyor, ağladıkça daha çok düşünüyordum. Gel zaman git zaman el ayak çekilince a ne göreyim, gayet de güzel kıvırıyordum sanki bu işi. Uyku gibi bir şeyin olduğu ama kimsenin uyumadığı geceler boyunca okuyup araştırmaklar sonucunda öğrenmiştim ki oğlum sadece ‘böyle’ bir bebekti. Hayatla ilgili tüm istekleri daha yoğun, daha çok yaşamak istiyor ve balkon demirine kuş konsa fark ediyordu. Yapacak bir şey yoktu. Geçecekti. Delip mi değip mi, onu da bir tek ben bilecektim. Deldiklerine yamalar yapacak, değdiklerine ‘üf’ diyecektim, geçecekti. Kalan sağlar da benimdi.

 

İlkinde asker ocağına kaydoluşumun ertesi günü komando birliğine verdilerdi beni. Ben diyeyim iki, siz deyin üç sene süründüm. Uykusuzluktan, yorgunluktan, kolikten, yalnızlıktan, anlaşılamamaktan, o yağmurun sadece benim üzerime yağdığını zannetmeklerden, Sabiş de delirdi diye farzetmelerini deliler gibi istediğim o genel izleyici kitlesinin önünde aslında hiç delirememeklerden ve hiç geçmeyecek sanmaklardan dolayı epeyce süründüm.

 

Sonra tekrar annelik çaldı kapımı.

 

Bu sefer kararlıydım. Dünyanın öbür ucuna gidecek, sessiz sakin doğuracaktım. Öyle de oldu. Normal normal doğduğu gibi gurbetteki evimize dönünce de normal normal büyüyecekti ki yavrum o da ne: kendisi emzirilmekten keyif almıyordu. İki çocuklu hayata alışma süreci, ilk çocuğun hala her şeyi fazla fazla talep etmesi, yalnızlık, yorgunluk, uykusuzluk derken tam ortada lohusalık halet-i ruhiyesi varken ve ben bu sefer yandan geçip gidecek ve bununla gurur duyacakken nur topu gibi bir yetersizlik hissine tutunmuştum: mamayla mı büyüyecekti bu çocuk? Yazık değil miydi? "Emiyor mu" diye soracaktı herkesler de "Yok mama veriyoruz" mu diyecektik? Ah kollarımı açaydım, gitmeyin sütler diyeydim, diyemedim. Gururum engel oldu, gitmeyin kalın daha pompayla sağacaktık diyemedim. Bir gün bir telefon çaldı. Babam ölmüştü. Allah daha büyük bir dert vermişti ve lohusalık macerası oracıkta sona ermişti. Kalan zamanda da ortanca çiçeği kendi kendine büyüdü gibi bir şey olmuştu. Olmadıysa da bana tam olarak öyle gelmişti.

 

Sonra öğrendim ki yine hamileyim.

 

Ortanca çiçeği daha bebekken abla oluyordu. Vay bana vaylar banaydı ve şimdi elaleme ne denecekti? Kaza mıydı? Yok kaza değil, olsa olsa kaderdir demişti bir güzel kadın, çünkü kaza olsa duramazdık. Velhasıl olanlar olmuştu. 

 

Size bu satırları yazarken kazandibi oğlum 38 günlük. 

 

Ben lohusalar lohusası, anaların anası, fapfazla ana yine yeniden anne.

 

Tuvalete saklanıp ağlayan, şarkı dinleyemez, film izleyemez olan, kırkbilmemkaç beden, gözaltları kurşuni, Allah’ım ben ne ara bu hale geldim diye aynayla konuşan bir kadın.

 

Ağlamayı hayli seven bir tekne kazıntısı yeni doğan, o ağladı diye bile ağlayan hassas bir ortanca çiçeği, hayatımın altından üstüne ne zaman çıkacağımın zerre kadar belli olmadığı bu süreçte birkaç ay sonra okullu olacak ilk göz ağrısı kalp çarpıntısı evladım, gurbetlikler, yalnızlıklar, hayli yorgun kalpler ikliminde hep beraberiz.

 

Ama şükür ki bu işi ilk defa yapmıyorum.

 

Biliyorum ki geçecek.

 

Öyle veya böyle geçecek.

 

#LohusayımFarkındayım ki ben yeterince iyi bir anneyim.

#LohusayımFarkındayım ki ben iyi olursam herkes iyi.

#LohusayımFarkındayım ki olduğu kadar, olmadığı kader.

#LohusayımFarkındayım ki üç seferinde üç farklı biçimde çocuk doğurdum, üç farklı şekilde annelik yaptım, yapıyorum çünkü üçü bambaşka insanlar ve ama gel gör ki nasıl doğurursan doğur, nasıl beslersen besle, neyi nasıl yaparsan yap hepsini aynı seviyorsun, hepsi birer canşenliği ve hepsi elbet büyüyor.

#LohusayımFarkındayım ki herkese konuşma hakkını vermezsen kimse konuşamaz.

#LohusayımFarkındayım ki çocuklarım için en iyisini ben bilirim, hissederim; yeter ki herkesler bir sussun, beni duyayım.

#LohusayımFarkındayım ki o cennet kokular kaybolup gidecek, eller ayaklar büyüyecek; keyfini çıkarmalı.

#LohusayımFarkındayım ki yine bir güzel kadının dediği gibi "yalnız değiliz, sadece ayrı düştük."

 

Satırlarımın sonuna gelirken sözüm oradaki tüm lohusalara!

 

Sarıldım ve "geçecek" dedim farz edin, e mi?

 

Geçeceği o kutlu güne kadar kirli saçlarınızdan, topuzunuzdan, kusmuklu atletinizden, asfaltta yumurta pişse dahi ayağınızdaki o çoraptan, kimyonlu sularınızdan, lohusa şerbetlerinizden ve kadim dost tahin helvanızdan, çay kaşığıyla sıyrılan sağma sütlerinizden, gözaltlarınızdan, gözyaşlarınızdan, zamanlı zamansız duygu patlamalarınızdan, ayva göbeklerinizden, pejmürdeliğinizden, siyah tayt ve hırkalarınızdan ve ama en çok alnınızdan öperim.

 

Çünkü pek şahanesiniz.

6 yorum

  • profil
  • profil
  • profil
  • profil
  • profil
  • profil

Yorum Yaz