Yeşeren Faşizme Merhaba: Ekofaşizm

Yeşeren Faşizme Merhaba: Ekofaşizm


Kimdir, Kimlerdendir? 

 

İklim krizinin derinlerine doğru çekildikçe ve bu konuda elimizden gelenlerin sayısı azaldıkça yeni çözümler arıyoruz dünya insanları olarak. Koronavirüs sayesinde aşı karşıtlarıyla evlenen düz dünyacılar ve artan mülteci sorunlarıyla değişen şehir yapıları yeni faşizmler çıkarıyor. Ana akım medyalarda henüz küresel ısınmayla hiç bağdaştıramadığımız orman yangılarında aslında gördük ki, küresel ısınma çok yakında kendi mültecilerini yaratacak. Dünyanın sonu henüz gelmemişken ama nefesini ensemizde hissettiriyorken teorisyenler küresel ısınmaya çare arıyor. Ekoloji tarihçisi (Batılıların maşallah bu kadar spesifik uzmanlık alanları olması çok tatlı değil mi? Biz bir tarihçi ediniyoruz hem savaş konuşuyor hem uygarlık tarihi hem de Osmanlı hem Orta Dünya tarihi maşallah) Micheal E. Zimmerman diyor ki; “totaliter (yani baskıcı) bir hükümetin bireylerin hak ve özgürlüklerini toprakların iyiliği için baskı altına alabileceği, yok sayabileceği, muhteşem yaşam ağını veya doğanın organik bütünlüğünü korumak için çeşitli önlemler alabileceği artık sıklıkla dile getiriliyor” diyor. Yani, bizler gibi kumsallarının doğal yapısının çöplerden oluştuğu, ormanlarında endemik olarak kirli çocuk bezinin tenebbüt ettiği ülkelerin vatandaşları bu fikirleri tatlı bulabilir. Ancak yeni bir akım doğuyor bu fikirlerden; Ekofaşizm.  

 

 

Kaynaklar 

 

Marvel’ın bir karakteri vardır; Thano. Kendisi evrendeki bütün canlıları yok etmeye yemin ettiğinde bu durumu “halkların trajedisi” olarak adlandırır; bireyler sonunda kamu kaynaklarını bütünüyle, çöküş noktasına kadar tüketeceklerdir. Çare hepsini bir anda, acısızca ve acımasızca yok etmektir. 

 

Fikri alıp popülerleştiren Garrett Hardin "cankurtaran etiği" adını verdiği bir teori ortaya atıyor. Fikrin özü şu; küresel kaynaklar sınırlı olduğu için, zenginler teknelerini suyun üzerinde tutabilmek için fakirleri denize atmalı. Nazi ideolojisinde de eko-faşizmin bir türü yer alır. Eko-faşizmin açık ara önde modern açıklamalarından biri olarak, Richard Walter Darre, anavatanlarıyla mistik bir bağ kurmak anlamına gelen ve toprağa bakmayı görev haline getiren Nazi sloganı “kan ve toprak”ı türetmiş ve bunu her ari Alman’ın var oluş görevi olarak kabul etmişti.

 

Ekofaşizm Bugün Ne Yer Ne İçer? 

 

Her faşizm gibi, kan içer, insan ruhu emer. Ve elbette bütün faşizmler gibi Nazilerle tarihe karışmadı, kendisini update ediyor. 

Toprakla kurduğumuz buram buram kan kokan bağı, devletler ve milletler ekolojik yıkımla yüzleştikçe daha fazla tartışıyor olacağız (göçmenlerin duyarsızlık, bilgisizlik, gerekli teknolojiye ulaşamamak gibi sebeplerden ötürü karbon ayak izlerinin ne kadar fazla olduğu gibi). Dünyanın iki ucunda ekofaşist katliamlara şahit olduk bile. 2019 El Paso saldırısı bir iç terör eylemiydi; nefret suçu, modern Amerikan tarihinde Latinlere yönelik en ölümcül saldırı olarak tanımlandı. Fail, çevrimiçi bir gönderide öfkesinin arkasında göçmenlere, aşırı nüfusa ve çevresel bozulmaya olan nefretini ifade etmişti. 2019'da Müslümanları hedef alan ve 51 kişiyi öldüren Yeni Zelanda'daki Christchurch saldırganı, kendisini eko-faşist ilan etmiş ve yüksek göçmen doğum oranlarının Yeni Zelanda’yı kirlettiğini söylemişti.

 

Ekofaşizm çevresel bozulmayı aşırı nüfus, göç ve ağır sanayileşmeye bağlar. Ancak küresel güney (hatta küresel Orta Doğu) küresel kuzeyden daha az tüketmekle kalmıyor, aynı zamanda sınırlar ve sömürgeci güçler nedeniyle ürettiklerini elinde tutamıyor. Küresel nüfusun arttığı doğru olsa da insanların düşündüğünden daha yavaş bir oranda artıyor.

 

 

Çevremizi sömürdüğümüze şüphe yok ama herkes eşit derecede sorumlu değil. Gezegenin en zengin %1'inin ürettiği karbon emisyonları, en fakir yarısının emisyonlarının iki katından fazla (ki bu konuyu daha önce yazmıştık). Zengin azınlık iklim krizini körüklüyor olsa da, marjinal topluluklar orantısız bir şekilde acı çekiyor ve eko-faşistler suçu neredeyse tamamen fakir insanlara (özellikle beyaz olmayanlara, göçmenlere) yüklüyor. 

 

Sonuçta Avrupa-merkezli bir dünyada yaşıyoruz. Günün sonunda tartışmalarımızın kavramsal merkezi bile orası. Kolonyal bağlarından koparmadan ekoloji tartışmak bile bu anlamda zor. Neden çöplerini ayrıştırmak çok önemliyken dünyanın en büyük ekolojik suçu olan uçaklarla seyahat etmeyi - üstelik tamamen keyfi nedenlerle – tartışmıyoruz? 

 

Bu tartışmayı bitirirken dünyanın ilk küresel iklim krizi göçmenlerine merhaba diyelim, önümüzdeki kışın zor, yazın daha sıcak olacağını unutmayalım. Çare göçmenlere yüklenmek değil, göçmenlik üreten küresel düzene hayır diyebilmek, kapitalizmin doğamıza saldırısına karşı durmak. 

Bu yazıya ilk yorumu siz yazın.