Sen, Ben, Su Kıtlığı Yahut İklim Aktivizmine Hayır

Sen, Ben, Su Kıtlığı Yahut İklim Aktivizmine Hayır


Bazen endüstriler yalan söyler. Daha kötüsü endüstriler yalan söyletir. Bunu öyle ustaca, sosyal sorumluluk ve toplumsal duyarlılık boyasıyla renklendirirler ki ne yalan söyleyen, ne dinleyen kendisini kötü hisseder. Büyük ajanslar güzel hikayelerle bu işleri duygusal müziklerle herkese yayar, bir süreliğine gezegeni kurtarmış, sokak hayvanlarını beslemiş, kimsesiz çocukların geceleri üstünü örtmüş gibi rahatlarız.

 

Ancak, elbette gerçekler biraz farklı. Özellikle su tüketimi meselesinde. Yaşadığımız kuraklık, suların çekilmesi, göllerin kuruması aslında yeni bir tehlike değil. Hatta sıklıkla dile getirildiği üzere kuraklık 2030’lardan sonra daha tehlikeli bir hale gelecek ve 2050 yılından itibaren büyük su savaşları başlayacak. Dünyada bu anlamda küresel iklim krizinin adının konması 70’lere dayanıyor.

 

22 Nisan 1970 - Dünya Günü (World Day) Protestoları, Philadelphia

 

Peki, yeni olan ne?

 

90’lardan itibaren hızla apolitikleşen dünyada çevre kirlenmesi, iklim krizi, önümüzde susuzluk gibi problemlerin ana sebebi olan kapitalist ekonomi göz ardı edildi. Gelişen reklam dünyasının işbirliği ile dünyanın krize dönüşen iklim değişikliğinin sorumluluğu bireyselleşti.

 

 

Halbuki; konu elma yıkarken suyu hemencecik kapatmamız değil. Konu global olarak her yıl üretilen 200 milyon plastik şişe. Her yıl milyonlarca metreküp su tüketen endüstriyel hayvancılık ve tekstil sektörü. Harcadıkları su bir yana kirlettikleri temiz su kaynakları nedeniyle su kıtlığına sebep olmaları. Bütün bu sektörlerde at koşturan şirketler ortağı oldukları sosyal sorumluluk projeleriyle, kurdukları doğa dostu şirketlerle, destekledikleri tatlı projelerle bu gerçeğin üstünü nazikçe örtüp olayı evde yıkadığımız elmaya bağlamayı başarır. (Colgate reklamında konu armuttu galiba ama siz konuyu anladınız.)

 

Halbuki; konu elma yıkarken suyu hemencecik kapatmamız değil. Konu global olarak her yıl üretilen 200 milyon plastik şişe ve diğerleri.

 

Bu nedenle iklim aktivistleri bazen tatlı yalanlar söyler. Bir insanın hayatındaki minik değişikliklerle dünyayı kurtarabileceği, Afrika’daki kıtlığı sonlandırabileceği, çocuklarına daha iyi bir gelecek bırakacakları gibi yalanlar. Her yerde “Doğru Su Tüketimi İçin Beş Madde”, “Yalnızca 10 Adımda Doğayı Koruyun” gibi abuk sabuk listeler dolaşır.

 

Elbette çevre korumanın bireysel olarak kıymetli bir yanı var. Daha az araba kullanmak, meyve ve sebzeyi mevsiminde tüketmek, çöpleri ayrıştırmak, sahile insan boyunda çöp poşetleri atmamak gibi. Ama vardığımız noktada, özellikle kitlesel tüketicilik elimizi kolumuzu bağlıyor. Sürdürülebilir ürünlerin azlığı ve endüstriyel tüketim bizi kısıtlıyor.

 

 

Tabloda ev içi su tüketiminin endüstriyel tüketime oranla ne kadar az kaldığı anlaşılabiliyor. Kaynak, burada

 

Bu nedenle, sen, ben, kuzenlerimiz ve arkadaşlarımız su kıtlığını önleyemeyiz.

Artık bu iyimser noktadan çok uzaktayız. Şu anda bütün dünya bir anda sadece ve sadece iklim krizini önlemeye odaklansa ancak son 50 yılda verdiğimiz zararı hafifletebiliriz.

Ancak durduramayız. Çünkü endüstri dünyayı tüketti.

 

Endüstrinin arkasında dünyanın en zengin %10’u, global karbon emisyonunun – yani kirlenen suyun- %50’sinden sorumlu. Dünyanın en fakir %10’u ise iklim krizinin acı sonuçlarıyla yüzleşen insanlar, aşağı yukarı 35 milyon insan. Temiz su bulamayan, kuraklık nedeniyle açlık çeken 35 milyon insan. Parayı ve gücü elinde tutan % 10'luk kesimin yaşam tarzı ve yönettikleri şirketlerin endüstriyel sorumsuzluğu dünyanın geleceği önünde en büyük tehdit. Eğer dünyayı kurtarmak, temiz su içmek, çocuklarımızın kıtlık görmemesi gibi isteklerimiz varsa yapmamız gereken elmayı daha az suyla yıkamak değil, global anlamda endüstriyi dönüşmeye zorlamak. Ve elbette önce bunun için hep birlikte ne yapabileceğimizi düşünmek.

 

Bu yazıya ilk yorumu siz yazın.