İklim Değişikliği Değil İklim Krizi

İklim Değişikliği Değil İklim Krizi


 

İklim değişikliği artık kimsenin sırtını dönemeyeceği kadar somut bir gerçeklik. Sadece mevsimlerin sınırlarının ve zamanlarının kaymasından değil, artan sıcaklıklardan, kuruyan göllerden ve buzulların hızla erimesinden dünyanın bir tür alarm verdiği sırtımızı dönemeyeceğimiz bir gerçeklik. İklim değişikliği konusunda gözler ilk olarak büyük devletler zirvelerine ve CO2 salınımını azaltmak ve yenilenebilir enerji kullanımını teşvik etmek geliyor. Halbuki konunun isminden başlayarak çok daha büyük bir mesele duruyor önümüzde.

 

Öncelikle iklim değişikliği olarak adlandırılan ve ölçülen sıcaklık değerleri olarak sonucu gördüğümüz kriz elbette havanın ısınmasından ibaret değil. Bu kriz doğanın bildiğimiz bütün dengelerinin alt üst olmasına ve sonuçta dünyadaki insan yaşamını tehdit eder hale gelmesine yol açacak bir sonun başlangıcı. Ve en talihsiz şey bu krize “değişiklik” adının verilmesi. Sanki mevsimler biraz değişiyor, doğa biraz daha ısınıyor gibi bir algı yaratan isimlendirme bizim adapte olamayacağımız doğa koşullarında yaşamak zorunda kalacağımız gerçeğini dışlıyor. Bu nedenle de buna iklim krizi demek, adını doğru koymak atmamız gereken ilk adım.

 

Bir diğer önemli nokta iklim krizini yaşıyor olduğumuz. Bu, gelecekte bizi etkileyecek bir kriz değil, tam ortasında, merkezinde durduğumuz ve buradan sonrasının tepetaklak aşağı doğru bir düşüş olduğu bir kriz anı. Bu krizi aşmanın yolu artık bireysel çabalardan geçmiyor ne yazık ki, ulusların ortak alması ve hızlıca uygulaması gereken kurtarma adımları var. Ancak artık -2019 yılı itibariyle- bilim adamlarının vurguladığı bir mesele var; bugün karbonmonoksit izimizi tamamen sıfırlasak bile çok geç ve belki de artık doğaya verdiğimiz hasar tamir edilemeyecek boyutta. Bu konuda çıkarılmış bir liste var; “Gezegenin Dokuz Sınırı” adında. İklimde yaşanan değişiklikler bu parametrelere göre o kadar kritik bir durumda ki artık önlemlerden değil, doğaya verdiğimiz zararın iyileştirilmesi yolunda adımlar atmamız gerekiyor. Belli maddelerin doğadaki salınımından çok bunun çevreye, doğaya, havaya yarattığı etkiyi geri çevirmeden doğaya destek olmak zorunluluğumuz var artık, mesela plastik atıkların toplanması, dönüştürülmesi kadar doğadaki atıkların çözünmesi için ne yapabileceğimizi konuşmamız gerekiyor.

 

Çünkü tahribat ilk fabrika bacası tüttüğünde, ilk motorlu araba çalıştığında, ilk plastik şişe üretildiğinde; yani aşağı yukarı 150 yıl önce başladı. Ve geçen bu süreçte verilen tahribat onarılamaz boyutlarda.

 

Dünyadan kaybolan türlerin sayısı ve hızına bakılırsa "son" düşünüldüğünden de yakın. İnsan ırkının yaşamını devam ettirebilmesi için gereken su ve gıda yakın bir zamanda, 2050’de ulaşılamaz kaynaklar olacak gibi görünüyor. Milyonlarca insan göç edecek, hayatını kaybedecek ve sınırlı kaynaklar daha çok savaşa yol açacak. Dünyanın bir fon, üzerinde yaşadığımız bir mekan değil, canlı bir organizma olduğunu anlayan, onunla uyum ve saygı ilişkisi kurabilen devletler galiba biraz daha uzun ve belki huzurlu yaşama şansı bulacak. Yoksa Aydınlanma sonrası doğaya egemen olma iddiasıyla başladığımız yolun sonu "İnsanlık" için ciddi bir yıkım.

Bu yazıya ilk yorumu siz yazın.