Bizim Güzel Çaresizliğimiz Ya Da İçeriye Bir Çığlık

Bizim Güzel Çaresizliğimiz Ya Da İçeriye Bir Çığlık


Bir gelini sahilde gelinliğiyle poz verirken görmeyeli ne kadar oldu. Merve bugün sana sarılmak istedim. Hissettin mi? Ellerim... Ellerimi en son ne zaman yıkamıştım. Dün izlemeye başlayıp yarıda uyuyakaldığım film hangisiydi... Buraya en son kim dokunmuştur?  

 

Zihnim dört nala ve sonsuz ayrı odalarda var gücüyle elinde birbirini hiç tanımayan soruları, boşluğa doğru koşmaya başlayalı bir buçuk sene oluyor. Birbirine bağlayamadığım kelimeler, şanslıysa virgülünden sonraki cümlesiyle belki aylar sonra birleşip noktasına kavuşuyor. Baktığım, gördüğüm çoğu imaj bulanık. İşin ilginç tarafı bu bir buçuk senede o cümlelerin benden çok öznesi olan virüsümüzden önceki hayatımı artık unutmak üzereyim.

 

Bu, tarihe geçecek kadar fazlaca kolektif bir sınırlarımızın sınanması hali ve kontrolümüzün dışında üzerimize kilitlenen her bir yeni kapı, bir yeni kapı daha... Yalnız ruhumuzu sarsmaya doymadı, akıl sınırlarımıza da bizi yaklaştırıyor. 

 

İçinde bulunduğumuz bu sıkışmışlık hali şanslı olanlarımızı üretmeye, denemeye, şarkı söylemeye, üstüne koymaya, makul bir şekilde delirtmeye başlayalı da çok olmadı. Netflix, sınırda bir komedyenin zihninin sonsuz odalarındaki sabır sınavını muhteşem bir -deneysel- otobiyografik müzikal şeklinde ifade etmesine fırsat sunarak, uzun zamandır tektipleşen “içerik”ini çeşitlendirmeye karar vermiş. 

 

 

Bo Burnham kendisini bir performans sanatçısı olarak tanımlasa da, Netflix belgeselinde gördüğümüz kadarıyla aslında içinde bulunduğumuz bu sarkastik durumun çırılçıplak bir izdüşümünün yönetmeni, yaratıcısı, her şeyi. 

 

Belki bedenimizden, kendimizden bile çok dokunmaya başladığımız telefonumuzun, daha büyük ölçekte internetin bize sunduğu kendi içinde çoğu pornografik mecrası ve yaşadığımız günün istesek de istemesek de bizi maruz bıraktığı her türlü bilgisi, Burnham'ın bu çığlığına sebep olmuş.

 

Kutsal ekranımızda bu sefer uzun aylar boyunca Burnham'ın kendi boyutuna göre fazlaca küçük görünen bir odanın içerisinde büyük ihtimalle sadece internetten sipariş ettiği çeşitli ışıklarla yarattığı sahnede okuduğu şarkılarla doldurduğu bir deneme izliyoruz. Youtube içeriklerinden beyaz bir kadının Instagram sayfasının bayağı estetiğine kadar her türlü modern ifade biçimini eleştiren Burnham, aslında bu temsil eleştirilerini yaparken, bizim bunları bir internet içerik platformundan izleyişimizin kısır döngüsünde kayboluyor.

Bir yandan da izlediğimiz bu performans bir anda sizi histerik kahkahalara iterken, sadece iki dakika sonra belgeseli durdurup ayağa kalkıp nefes alma ihtiyacı hissettiriyor. Çünkü aslında baktığımız; ortak bir deliliği, yokmuş gibi davrandığımız her şeyi... Gördüğümüz seksi kadın vücutlarının arkasından keşfetimize düşen çocuk cesetlerinin yükünü... Hatırlatıyor.

Hatırlatmakla kalmıyor. Bu pornografik ortaklığa kendini de katıyor. Hepimiz bu korkunç pisliğin içerisindeyiz diyor. Seksi kadınlara baktıktan sonra gördüğümüz çocuk cesetlerine karşı çoktan kalaylanmışız. Durup bakıyorsak ayrı, bakmamaya çalışıp geçiyorsak ayrı, çift tıklıyorsak ayrı kirleniyoruz. Kirleniyorum. 

Ben... 

Kirleniyorum...

Dedirtiyor.

 

Söylemek gerekir ki bu yapımın üreticisi olan Bo Burnham kendi ifadesiyle ağır mental problemler yaşamış ve son olarak bu sebeplerden ötürü performanslarına ara vermiş biri. Deneysel arayışı olan Inside'dan sonra (kronolojik olarak önce çekilmiş) izlediğim Make Happy gösterisi de kendisi hakkında konuşulan bipolar olduğu düşüncesini destekler gibiydi. Ancak her ne olursa olsun bir saat boyunca tek başına bir sahnede, abartmaya değmeyecek bir sahne yardımı ile şovunu hep en tepede tutması uzun süredir gördüğüm etkileyici güncel form arayışlarından biriydi. Inside ise sarmal kurgusu, tekinsiz tavrı ve saydam hikaye anlatıcılığı ile uzun zamandır izlediğim vurucu işlerden biri oldu. 

 

Burnham, görüp görebileceğimiz en beyaz düşmanı faşist müzisyen olarak (Bir yandan tam da sıfat denen şeyin anlamını sorgulatırken) benim için bu yaşında performans master'ı tarihine geçti. 

 

Björk’ün korkunç stalkerı olarak intihar kararına yürüyüşünü ve Björk için hazırladığı bomba kutusunun imalatını kameraya çeken ve “belgesel" tarihine geçen Ricardo Lopez’in "Video Günlüğü”nü (hala bunun bir belgeselden ziyade resmi bir evrak olduğunu düşünmekle birlikte) hatırlatan bu denemenin, Lopez’in aksine Bo Burnham’e sancılı gözüken döneminin ışığı olacağını düşünüyorum. Düşünmek istiyorum. Işık.

 

istiyorum. 

 

Güneşin karşı evlerin camına vurduğu

Gülen birinin dişlerinde parıldayan

Bilgisayar ekranında odaya dağılmayan

Gerçek...

 

bir ışık.

 

 

(Not: Bo Burnham’in Netflix’te bulunan bu iki içeriğini izlemeye niyeti olanlar arasında kendini intihara meyilli hisseden varsa uzak durmasını, çocuklara ise asla izletilmemesini tavsiye ederiz.) 

Bu yazıya ilk yorumu siz yazın.