Ah Gözel İstanbul, Gözelsin Gözel

Ah Gözel İstanbul, Gözelsin Gözel


31 yaşıma nasıl geldiğimi inanın hatırlamıyorum. İnsan yaşlandıkça geçmişten daha çok bahsetmeye başlıyormuş. Ben, 31 yıllık bir İstanbullu olarak gözlerimi kapadığımda, zihnimde uçuşan tüm imgeler, bana dair, -mişime dair. Hepsi ama hepsi bu şehre ait. İlk 15 senesini, İstanbulun ilk toplu konutlarından olan Ataköy’ün 9. Kısmında, dehşet bir otoyol keşmekeşinin yanında geçirmiş biri olarak, bu imgelerin çoğu arka arkaya dizilmiş ve akşam saatlerinde sarı arka lambası kırmızıya dönen kalabalık araba sıraları, hafta sonu babaannemin evinin olduğu Zeytinburnu’nda neyse ki bilye oynamaya yetiştiğim gözleri şiş Tatar dostlarım, ayak ve gül kokusuyla karışmış uyukladığım camiilerin gözlerimi aralamaya başladığımda inceleme fırsatı bulduğum kubbeleri, adadaki yazlık evde çıplak ayak koşarak gittiğim - o neredeyse imgeleşebilecek kadar güçlü kokusuyla- Burgazada bakkalı, Sultanahmet Camii’nin bahçesinde yaptığım iftarlarda komşu gruptan uzanan gönlü geniş ikramlar... 

 

İnsan İstanbul’la ilgili hissettiklerini bırakın yazmayı, anlamaya çalışmaya kalktığında bile önce bir durmak istiyor. Konuşacağımız filmin yönetmeni Zeynep Dadak, işte tam da o durma anında, insanın gözlerini kapayıp şehrinin sesini, kokusunu, tadını almaya çalışan bir flanörün yolculuğuna, bu sefer bizi ev sahibi yapıyor. Ah Gözel İstanbul, 17. yüzyılda yazılmış Eremya Çelebi Kömürciyan kitabından uyarlanan bir kurmaca belgesel. Salınan kamera hareketleriyle birlikte, bu sefer Kömürciyan’a 21. yy İstanbul’unu biz gezdirmeye başlıyoruz.

 

Filmde seyirciye üç katmanlı bir İstanbul yolculuğu sunuluyor. Bunun birinci katmanında Kömürciyan’ın kitabını bir anlatıcı sesinden dinlerken, bir yandan bugünün İstanbul’unu paralel bir şekilde izliyoruz. Asırlık saray duvarlarının üzerine bonkörce yapıştırılmış WC yönlendirmeleri, bir türlü bitmek bilmeyen restorasyon çalışmaları ve elbette İstanbul’un sularından, kaykıla kaykıla, ine kalka İstanbul. İkinci katman, yazarın anlattıklarını aslında biraz toparlamak ve kurguda zaman tasarrufunda bulunmak için, bugünün tarihçilerinden, İstanbullularından dinlediğimiz bir şehir özeti. Üçüncü ve son katman da ne yazık ki filmin falsosu olan gereksiz ya da çok daha iyi bir anlatıya sahip olabilecekken, didaktik olmayı seçen kurmaca bölümü. 

 

Kamera; ki bu belgeselin en önemli öznelerinden biri; gözlerini açıp kaparken, kulaklarımız bir Bizans ezgisi duymaya başlıyor. Şimdi Samatya Devlet Hastanesinin arka fonunu doldurduğu yıkık kale duvarlarının altındaki tek kapıdan sokuluyoruz şehre. Surların arkasına çirkin yapıları alıp görmezden gelmek istercesine başlıyor yolculuk. Film, yönetmeni bu şekilde yansıtmayı istemediğini defalarca söylemesine rağmen, yapısı itibariyle bu karşılaştırma durumundan mütevellit, elbette bir geçmiş zaman özlemini de belgeliyor. İstese de, istemese de...

 

Filme dair ilk fikri, belgeselinde de yer verdiği dostu Cemal Kafadar’la birlikte İstanbul’da yaptığı geziler sonucu ortaya çıktığını söylüyor Dadak. Yazarın kitabını okurken, kullandığı dilin akışkanlığının izini, kamerayla birlikte İstanbul’un sokaklarında gezerken, çok yakından hissediyorsunuz. Yönetmen, şu ana kadar aynı ismi taşıyan Atıf Yılmaz ve Ömer Kavur imzalı diğer filmleri de referans aldığını söylemekten çekinmiyor. Çünkü İstanbul, ilginç bir şekilde, kimin gözünden görünürse görünsün, bir ortak his veriyor sanki insana. Tarifi güç olan, hem anaç hem de eli maşalı bir var olma biçimi onunki. Ne yaparsa yapsın yediği nanelerden ötürü dayağını atacak, ama akşam üstünü de örtmeye gelecek sanki Istanbul. Senin, benim, hepimizin...

 

Filmde hissedilen insan ve şehir özelinde bakabileceğimiz çok katmanlı-üst üste-ama bir türlü de birbirine uyumlu bir şekilde girmiş olma hali, ses miksajıyla da güzel bir biçimde beslenmiş. Öyle ki bir süre sonra havada bir kuş uçarken arkadan gelen helikopter sesini duyunca ‘’Ne alaka şimdi?’’ demiyorsunuz. Hatta dönemler arası birbirine giydirilmiş, bağlanmış bu tatlı zaman örgüsünde kendinizi şimdiden bağımsız hissetmeye başlıyorsunuz. Bir gün, bundan yıllar ve yüzyıllar sonra bir gün, belki bir yerlerde ben de. Diyerek...
 
Dakikalarca erkek anlatıcı sesinden dinlediğimiz kitabın, filmin son bölümünde yerini kadın anlatıcıya bırakması ise çok yerinde ve tatlı bir manevra. Ve beraber yaptığımız yolculuğun şimdiye kadarki tüm manevralarından sonra... Güzelsin İstanbul, aşıklarına ve düşmanlarına yazdırdığın tüm şiirlerde ve şarkılarda, çocukluğumun müphem ve her an gerçek tüm anlarında, Atik Valide Sultan’ın rüyalarında, elimden yere düşen bir gülde, Çok Gözelsin.
 
 
Not: Ah Gözel İstanbul’un dijital gösterimine şimdi Mubi Türkiye sayfasından ulaşabilirsiniz. Bu sırada şunu dinleyebilirsiniz. 
ah gozel istanbul

2 yorum

  • profil
  • profil

Yorum Yaz